Özel Denipol Hastanesi
Merkezefendi Mahallesi 29 Ekim Bulvarı No:102
Merkezefendi / Denizli
Tel: 0532 486 76 30
Uzmanlık Alanları
Diyet ve egzersize rağmen bir türlü kilo veremeyenlerin başvurduğu tüp mide ameliyatı (mide küçültme ameliyatı) mide hacmi küçültülerek, hastanın az gıdayla tokluk hissetmesi sağlayan bir yöntem. Peki bu ameliyat herkese uygulanabilir mi? Operasyon sonrası ne kadar kilo verilebilir? Riskleri var mıdır? İşte bu konuda bilinmesi gerekenler…
Obezite tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yaygın bir sorun... Dolayısıyla mide küçültme ameliyatlarına talep gün geçtikçe artıyor. Ancak söz konusu operasyonların uzman ellerde yapılmaması durumunda hayati tehlike kaçınılmaz oluyor…
Nasıl bir yöntemdir?
Sleeve Gastrektomi olarak da bilinen tüp mide (mide küçültme) ameliyatlarında, mide hacmi küçültülerek hastanın çok az gıdayla tokluk hissetmesi amaçlanır. Bu operasyonda midenin belli bir bölümü (en çok esneyip, genişleyen ve iştahı yöneten kısmı) cerrahi işlemle çıkarılır ve geriye tüp şeklinde (yaklaşık bir muz büyüklüğünde) bir mide bırakılır. Midenin çıkarılan kısmından salgılanan ghrelin adı verilen hormon nedeniyle iştah kontrolü ve doyma hissi sağlanır. Tüp mide ameliyatları da laparoskopik yöntemle uygulanır. Küçük kesilerden karın boşluğuna girilerek ameliyat gerçekleştirilir.
Kilo sorunu olan herkese uygulanabilir mi?
Hayır, bunun için bazı kriterler var. Öncelikle hastanın mutlaka diyet, egzersiz gibi ameliyat dışı yöntemleri bir süre denemiş olması ancak buna rağmen kilo vermeyi başaramamış olması gerekiyor. Hasta 18-80 yaş arasında ve anesteziyi kaldırabilecek durumda olmalı. Vücut Kitle İndeksi’nin 40’ın üzerinde veya 35-40 arasında ise obeziteye bağlı ek bir hastalığı olması gerekir. Örneğin diyabet, yüksek tansiyon gibi… Ayrıca hastada tedavi edilmemiş psikiyatrik bir bozukluk bulunmamalı ve madde veya alkol bağımlısı olmamalı. Bu kriterlere uyan hastalar ameliyat olabilir.
Vücut kitle indeksi nasıl hesaplanır?
Obezite, kilonun, boy değerinin karesine bölünmesiyle (kg/m²) hesaplanan Vücut Kitle İndeksi (VKİ) ile değerlendirilir. Obezitede, Dünya Sağlık Örgütü’nün referans aralığı temel alınır. Vücut Kitle indeksi sonuçlarına göre; 18.5-24.9 normal, 25-29.9 obezite öncesi, 30-34.9 obez I, 35-39.9 obez II, 40’ın üzeri ise obez III olarak tanımlanır.
Kimlere önerilmez?
Kozmetik amaçlı kilo kaybı taleplerinde, 18-80 yaş sınırı dışındaki hastalarda,ameliyat sonrası diyetine dikkat etmeyecek,yemek yemeyi kontrol edemeyen hastalarda, alkol ya da madde bağımlılarında, anestezi almayı engelleyen ciddi kalp ya da akciğer hastalığı olanlarda tüp mide
ameliyatı önerilmez.
Tehlikeli midir?
Laparoskopik Sleeve Gastrektomi (muz mide-mide küçültme) kilo vermede yüzde 60 başarılı bir yöntemdir. Bu ameliyatın uzun vadede hiçbir zararı olmamaktadır. Eğer hasta diyetine dikkat etmezse kilo vermede zorluklar yaşayabilir, beslenme zorluklarıyla karşılaşabilir, hatta kilo da alabilirler.
Nelere dikkat edilmeli?
Ameliyatta dikkat edilmesi gereken bazı önemli noktalar şöyledir:
- Mide çıkısından evvel ortalama 7cm’lik hattın korunması gerekir.
- Gatrik tüp dediğimiz (39 french çapta) tüp mutlaka kullanılmalı ve bunun kontrolünde mide küçültme yapılmalıdır. Eğer bu tüple yapılmazsa teknik sorunlar meydana gelir, midede darlıklar olur veya tamamen mide kapatılabilir. O zaman stür hattından kaçak meydana gelebilir ve mortalite ile sonuçlanabilir. Bu, midede oluşan kaçakların ana sebeplerinden biridir.
- Bir diğer neden, kullanılacak malzemenin önemidir. 3 sıra stapler kullanılması komplikasyonu azaltmaktadır. Ek olarak midenin küçük kruvatör açısının dikkate alınması önemlidir. Bu şekilde midenin kum saati şeklinde boğulmasını engellenmiş olur.Stür hattında kanama,kanamanın kontrol edilememesi kaçak sebebidir.
- Ameliyat bitince, ameliyatın kontrolü, mide içerisine mavi boya verilerek test edilmesi, kaçak varsa tespit edilmesi ve ona göre stür konularak açık olan noktaların kapatılması önemlidir.
- Ameliyatta en önemli noktalardan bir tanesi fundus dediğimiz tepe noktası ve midenin dalakla olan tam ayrımının yapılması teknik açıdan zorluk taşır. Midede oluşabilecek en önemli ve tehlikeli kaçak noktası burasıdır. Bu bölgenin düzgün ayırt edilmesi, ameliyatın başarısını etkileyen bir unsurdur. Midenin fundus denilen kısmının (ki bu bölge ghrenin hormonu salgılan bölgedir) çıkarılamaması veya yetersiz çıkarılması ghrenin hormonunun yüksek kalmasına neden olur, bu da tokluk hissinin kaybolmasına neden olur.
- Hastalar ameliyat sonrası hemen taburcu edilmemelidir. Eğer erken taburcu edilirlerse komplikasyonların tespiti zorlaşacağından, geç müdahale edilmesine neden olabilir. Bu da mortaliteyi ve morbititeyi yükseltmektedir.
Kaç kilo verilebilir?
İlk 3 haftada yavaş, sonraki 1 ay içerisinde hızlı kilo verme gerçekleşir. Tam kilo verme süreci ortalama 6 ayda tamamlanmaktadır. Genel olarak toplamda 25 ila 35 arası bir kilo verme söz konusudur. Bu ameliyatın uzun vadede hiçbir zararı olmamaktadır. Eğer hasta diyetine dikkat etmezse kilo vermede zorluklar yaşayabilir, beslenme zorluklarıyla karşılaşabilir.
Tekrar kilo alınabilir mi?
Ameliyattan sonra diyetine uymayan hastalar (örneğin: kalorisi yüksek sıvı gıda alanlar, yemeyi kontrol edemeyen uyumsuz hastalar) da yeniden kilo alma meydana gelir. Bundan dolayı diyet uyumsuzlukları olacağı tespit edilen hastalarda ‘’Sleeve Gastrektomi’’ yerine ‘’Gastrik By-pass Cerrahisi’’ daha uygun bir tedavi yöntemi olur.(Başarısı %95)
Kapalı (lazer/fenol) Kıl Dönmesi
Pilonidal Sinüs (Kıl Dönmesi) Hakkında Genel Bilgi
Pilonidal sinüs (kıl dönmesi) vücudun tüm bölgelerinde (kasık, saçlı deri, parmak arası vs) görülebileceği gibi genellikle kuyruk sokumunda ortaya çıkan, içerisinde kıl ve iltahab bulunan küçük keseciklerden oluşan bir hastalıktır. Hastalık genellikle genç erişkin erkeklerde görülmektedir. Obezite, aşırı terleme, tüylü vücut gibi nedenler hastalığın oluşmasına zemin hazırlar.
Pilonidal sinüs sıklıkla dökülen tüy ve kılların bu alanda birikmesi ve özellikle de sıcak ve ter ortamında, vücudun hareketleri ile kılların deri altına girerek önce küçük kistik yapılar oluşturması sonrasında iltahap ve akıntıya neden olmasıyla başlar. Masa başı işler gibi uzun süre oturarmak zorunda olunan işlerde çalışanlarda daha sık görülmesi de bu sebepledir.
Hastalar kuyruk sokumlarında ağrı ve sürekli akıntıdan şikayet ederler. Çamaşırın üzerine de geçebilen bu akıntı hayat konforunu ciddi bir şekilde bozar. Bazense hastalık “akut apse” formuyla ortaya çıkar. Bu durumda ise kuyruk sokumundaki ağrı dayanılmaz bir hal alır ve ateş halsizlik gibi ek belirtiler de ortaya çıkabilir. Acilen müdahale edilmesi gerekir.
Başlangıç aşamasındaki hastalık, basit hijyen kuralları, uygun temizlik ve epilasyon gibi yöntemlerle kolayca çözümlenebilir. Ancak hastalığın ilerleyen durumlarda kalıcı çözüm için başka tedavi yöntemleri uygulamak gerekir.
Pilonidal sinüs cerrahisi üzerinde onlarca yöntem tarif edilmiştir. Bu ameliyat yöntemleri bilimsel araştırmalar ile birbirleriyle karşılaştırılmış ve üstünlükleri ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Buu hastalık ve hasta grubuyla, askeri hekim geçmişimiz nedeniyle, en çok karşılaşan ve doğal olarak en çok tecrübeye sahip olan cerrahlardan biri olarak tecrübelerimiz göstermektedir ki, tedaviside olabildiğince ameliyatsız ya da minimal invazif yöntemlerle gerçekleştirilecek ameliyatlar uygulanmalıdır. Uygun bir şekilde yapılacak olan tedavi ile hastaların korkulu rüyası olan nüks (tekrarlama) sorunu en aza indirilebilir.
Pilonidal Sinüs (Kıl Dönmesi) Nedir?
Pilonidal sinüs, kuyruk sokumu lokalizasyonunda görülen, sıklıkla saç ve sırttan dökülen tüy ve kılların küçük kistik yapılar şeklinde cilt altında birikmesi ile karakterize bir hastalıktır.
Biriken bu küçük kistik yapılar, uzun süre sessiz (belirti vermeksizin) bulunabileceği gibi enfeksiyonun ortaya çıkması ile iltahap, akıntı ve hatta apseye de neden olabilmektedir.
Pilonidal Sinüs (Kıl Dönmesi) Belirtileri Nelerdir?
Hastalık genellikle akıntı ve ağrı şeklinde belirtiler ile ortaya çıkar. Akıntı sıklıkla açık kırmızı renkli, sürekli çamaşırda lekelenmeye neden olan aynı zamanda özellikle yaz aylarında ciddi kaşıntı ve kokuya neden olacak bir karakterdedir.
Uzun süre tedavisiz kalan hastalık durumunda akıntının olduğu açıklığın kapanması ile birlikte drene olamayan akıntı kaynaklı işin içerisine apse oluşumu da girer. Apse çok şiddetli ağrı ve ateş şeklinde belirtilere neden olur.
Pilonidal Sinüs (Kıl Dönmesi) Tedavisi
Pilonidal sinüs hastalığının tedavisi konusunda birçok cerrahi tedavi yöntemi tarif edilmiştir. Tarihsel perspektifde değerlendirilecek olursa yapılan ameliyat yöntemlerinin esasını hastalıklı alanın çıkartılması (eksizyon) ve daha sonra ortaya çıkacak olan boşluğun (defektin) kapatılması oluşturmaktadır. Bu boşluğun kapatılması direk karşı karşıya getirmek (primer onarım) şeklinde olabileceği gibi başka bir dokuyu o alana kaydırmak (flep yöntemleri) şeklinde de olabilmektedir. Bazen de hastalıklı dokunun çıkartılması ve oluşan defektin kendi kendine kapanması (sürekli pansumanlar) şeklinde de bu süreç götürülebilmektedir.
Günümüz modern cerrahi anlayışı içerisinde bu eksizyonel (cerrahi olarak dokunun çıkartılması, dikiş atılması vb.) yöntemler terkedilmektedir. Bunun yerine kist boşluğunun içerisinin temizlendiği ve boşluğun içeriden kapatılmaya (kimyasal ajanlar, lazer vb.) çalışıldığı yöntemler almaktadır.
Pilonidal Sinüs (Kıl Dönmesi) Ameliyatsız Tedavisi Nasıl Yapılır?
Pilonidal sinüs hastalığının ameliyatsız tedavisinde amaç hastanede yatmayı gerektirmeyen ve sonrasında da ciddi iş gücü kaybına neden olmayan tedavi yöntemleridir. Ameliyatsız tedavi yöntemleri, poliklinik koşullarında lokal anestezi altında, kolaylıkla uygulanabilen işlem sonrası ağrının olmadığı ve ertesi gün hastanın tüm günlük faaliyetlerine devam edebildiği, pansuman gerektirmeyen son derece konforlu tedavi yöntemleridir.
Pilonidal Sinüs (Kıl Dönmesi) Cerrahi Tedavisi Nasıl Yapılır?
Pilonidal sinüsün cerrahi tedavisi dendiğinde anlaşılan eksizyonel (hastalıklı dokunun çıkartılması ve yerine sağlıklı dokunun getirilmesi) yöntemlerdir. Bu yöntemler spinal anestezi altında yapılmakta ve hastanın uzun süre hastanede yatmasına ve sonrasında ciddi işgücü kaybına neden olmaktadır. Modern cerrahi anlayışımızda çok özellikli olgular haricinde, özellikle ilk ameliyat yöntemi olarak uygulanılması önerilmemektedir.
Sizlerden gelen sıkça soruları Dr. Sami Cebelli cevaplıyor…
Kıl dönmesi iltihabı nasıl patlar?
Kıl dönmesi iltahabı çok şiddetli kuyruk sokumu ağrısı ve ateş yapar. Bu şikayetler hastayı genellikle acil olarak hastaneye başvurmak zorunda bırakır. Eğer bu aşamada yakalanırsa apse cerrahi ile kontrollü bir şekilde drene edilebilir. Başvuruda gecikme olursa spontan (kendiliğinden) apse patlar ve drenaj oluşur. Kontrollü drenajın anestezi altında bir cerrah tarafından gerçekleşmesi durumunda nüksler de (hastalığın yinelemesi) ciddi oranda azalmaktadır.
Kıl dönmesi ameliyatı can acıtır mı?
Anestezi altında (lokal) bir işlem olması nedeniyle kesinlikle böyle bir durum söz konusu değildir. Uzun süredir bu ameliyatları yapan bir hekim olarak kendi hastalarımdan bu şekilde bir geri bildirim almadığımı gönül rahatlığı ile ifade edebilirim.
Kıl dönmesi ameliyatı sonrası tekrarlar mı?
Tüm kıl dönmesi ameliyatlarında (eksizyonel yöntemler de dahil olmak üzere) böyle bir risk söz konusudur. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta ameliyat sonrası süreçte tekrarlama nedenlerinin (epilasyon, uygun temizlik yöntemlerinin öğretilmesi vs) ortadan kaldırılmasıdır.
Kıl dönmesi ameliyatı sonrası ağrı olur mu?
Minimal invazif yöntemlerde (fenol, lazer vb.) ameliyat sonrası ağrı olmamaktadır.
Bu durum tamamen seçilecek ameliyat yöntemiyle ilişkilidir. Eğer eksizyonel bir yöntem ile ameliyat durumu söz konusu ise sonrasında ağrılı bir pansuman dönemi olabilmektedir.
Kıl dönmesi ameliyatı sonrası tuvalet nasıl yapılır?
Çok özel durumlar (kıl dönmesinin makata yakın yerleşik olması gibi) haricinde, tuvalet alışkanlıkları ile kıl dönmesi ameliyatının bir ilişkisi olmaz. Eğer eksizyonel (klasik yöntem) uygulanmışsa tuvaletten sonra temizlik sırasında yaraya özen göstermek gerekir.
Kıl dönmesi ameliyatı sonrası yara ne zaman iyileşir?
İyileşme, akıntının azalması ve yaranın kapanması olarak ifade edilecek olursa minimal invazif (Fenol, lazer vb.) yöntemler sonrasında kısa süre içerisinde gerçekleşir.
Kıl dönmesi ameliyatı sonrası nasıl beslenmeli?
Bu konuda özel bir beslenme yöntemi yoktur. Ancak anal bölgeye yakın bu ameliyatlar sonrasında hastanın konforu açısından kabızlık ve ishal yapacak gıdalardan uzak durulması, posalı beslenme ve bol su tüketimine özen gösterilmelidir.
Kıl dönmesi flap nedir?
Eksizyonel (doku çıkartılarak) yöntem ile ameliyat edilen bir hastada oluşacak olan defektin kapatılması için kullanılan komşu doku parçasına verilen isimdir. Pilonidal sinüs tedavisinde oldukça tartışmalı bir tedavi yöntemidir.
Pilonidal sinüs kendiliğinden geçer mi?
Hastalık seyredebilir ancak neyazık ki kendiliğinden geçmez.
Pilonidal sinüs ameliyatı sonrası delik oluşur mu?
Hayır oluşmaz ancak burada ameliyat sonrası takibinde dikkatle yapılması gerektiğini de vurgulamak gerekir.
Pilonidal sinüs ameliyatı ne kadar sürer?
Planlanan ameliyat yöntemiyle alakalı bir durumdur. Minimal invazif bir yöntem ile ameliyat durumu söz konusu ise birkaç dakika içerisinde ameliyat tamamlanabilmektedir.
Eksizyonel yöntemlerde bu durum bazen birkaç saate kadar da uzayabilir.
Pilonidal kist apsesiz ne demek?
Kisitin (pilonidal sinüs dokusunun) enfekte olmamış haline verilen isimdir.
Vücudun en küçük organlarından biri olan safra kesesi, görevleri itibariyle hayati olabiliyor. Çoğu kişinin ertelediği safra kesesi hastalıkları, erken müdahale edilmediğinde sorunun büyümesiyle sonuçlanırken en kesin tedavi yöntemi olan ameliyatın başarı şansını da etkiliyor.
Eğer kişi, safra kesesine bağlı şikayetler yaşıyorsa mutlaka uzman bir hekime başvurarak ameliyat için gerekli hazırlıkları yapması gerekiyor. İki yöntemin dikkat çektiği safra kesesi ameliyatlarında açık ve kapalı ameliyat, hastanın ve hastalığın durumuna göre uygulanıyor.
Yazı İçeriği
-
Safra kesesi ameliyatı olanların ameliyat sonrası dikkat etmesi gerekenler
-
Safra Kesesi Ameliyatı İçin Hangi Bölüme ve Doktora Gidilmelidir?
Safra kesesi ne işe yarar?
Formu armuda benzeyen karaciğerin hemen altındaki safra kesesi, besinlerin daha kolay sindirilmesini sağlarken vücuttaki toksinlerin dışarıya atılmasına da yardımcı oluyor. En önemlisi de karaciğer tarafından salgılanan safranın sıvı kısmını emerek daha kıvamlı bir yapıya dönüştürüyor.
Safra yoğunluğunun artmasıyla birlikte ise birçok sağlık problemleri de beraberinde geliyor. Görevleri küçükmüş gibi gözükse de safra kesesinde meydana gelen hastalıklar, hayati olabilecek risklere de ev sahipliği yapıyor.
Safra kesesi hastalıkları belirtileri nelerdir?
-
İdrar renginde koyulaşma
-
Karnın sağ üst bölgesinde ağrı
-
Açık renkli dışkı
-
İshal
-
Bulantı, kusma
-
Sindirim problemleri
-
Gaz sorunları
Safra kesesi hastalıklarında risk faktörleri nelerdir?
-
Kadın olmak
-
Çok gebelik geçirmek
-
Fazla kilolu veya obez olmak
-
Ailede safra kesesi hastalığı olan kişilerin olması
-
Çok hızlı kilo kaybetmek
-
Şeker hastası olmak
-
Yağ ve kolesterol seviyesi yüksek gıdalar tüketmek
-
Östrojen içeren ilaçlar kullanmak
-
Hareketsiz yaşam biçimi
Safra kesesi hastalıkları nasıl teşhis edilir?
Mide bulantısı, ağrı, kronik ishal, sarılık, normal olmayan dışkı ve idrar gibi belirtilere yol açan safra kesesi hastalığının türünün belirlenebilmesi için laboratuvar ve görüntüleme testlerinin yapılması gerekir.
Safra kesesinin görüntülenmesinde genellikle ultrason ve BT taramaları kullanılır. MRCP ve endoskopik girişimlerden biri olan ERCP testleri ile de safra kanallarındaki olası taşlar kontrol edilir. Kan testleri aracılığıyla ise enfeksiyon belirtileri tespit edilir.
Safra kesesi hastalıkları tedavisinde kapalı ameliyat
Laparoskopik kolesistektomi yani kapalı ameliyat halk arasında kansız ameliyat olarak da bilinir. Bu yöntemde karın duvarına geniş bir kesi açılmasına gerek yoktur. Bu ameliyat da genel anestezi altında uygulanır. Hasta, uyutulduktan sonra göbek altında ve göbeğin çevresinde 1 ila 1.5 cm arasında kesiler açılır.
Veress iğnesi karın boşluğuna yerleştirilir ve karın boşluğu karbondioksit ile doldurularak şişirilir. Daha sonra iğrenin çıkarıldığı yerden trokar adı verilen boru yerleştirilir. Burada içeriye kamera ve diğer ekipmanlar yerleştirilir. Ardından bu deliklerden safra kesesi çıkarılır ve karındaki gaz boşaltılır. Kesiler, dikişle kapatılarak operasyon tamamlanır.
Bu ameliyat yaklaşık 30 ila 40 dakika arasında sürer. Ameliyatın ardından hastanın ağrı hissetmesi düşük bir ihtimal olsa da verilen karbondioksit omuzlarda ağrıya sebep olabilir. 1 gecelik hastane gözetiminden sonra hasta taburcu edilir. İyileşme süresi açık ameliyata göre oldukça kısadır.
Safra kesesi ameliyatı nasıl yapılır?
Safra kesesi ameliyatı laparoskopik kolesistektomi dediğimiz kapalı bir şekilde gerçekleştirilen ameliyattır. Bu ameliyat genel anestezi yöntemiyle hasta uyutularak yapılır. Ameliyatta Göbekten 5mm büyüklüğünde kesi yapılarak 5’lik portla karın içine girildikten sonra karın karbondioksit gazı ile şişirilerek 5’lik kamera ile safra kesesi, karaciğer ve karın içindeki diğer organlar gözden geçirilmek suretiyle ameliyat yapılır. Başka bir hastalık bulunmuyorsa diğer 3 port kesi yapılarak içeri girilir. Safra kesesi özel ince aletlerle safra kesesi karaciğerden ayrılır. Daha sonra kese 10 mm’lik kesikten doğrudan veya torba içinde dışarı alınmaktadır. Yara yerlerine dikiş atılarak ameliyat bitirilir.
Safra kesesi ameliyatı riskleri nelerdir?
Ameliyatın pek çok riski bulunmakla birlikte bu risklerin çoğu bakım ve temizlikten kaynaklı olabilir. Ameliyat yeri temiz tutulmazsa bazen iltihaplanmaya ya da zatürre gibi akciğer rahatsızlıklarına rastlanabilir. İdrar yollarında aşırı iltihaplanmaya ortaya çıkabilir. Kalp krizlerine ve damarlarda iltihap meydana gelebilir. Safra yollarının yaralanmasıyla buradan enfeksiyon kapılabilmektedir. Safra kesesi ameliyatı ciddi bir ameliyat olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sürecin iyi bir şekilde atlatılması hastanın sorunsuz bir şekilde iyileşmesinde önemli bir rol oynar.
Safra kesesi ameliyatı kaç saat sürer?
Hastanın cinsiyetine, kilosuna ve cerrahın tecrübesine göre süre değişiklik gösterse de safra kesesi ameliyatları 30 ile 45 dakika arasında yapılır. Ancak ameliyatın yapılmasında bazı durumlarda ameliyat süresi 1 saatin üzerinde gerçekleşebilmektedir. Hastanın ameliyat süresi hastanın safra kesesinin durumuna göre değişiklik arz eder. Bu noktada önemli olan hastanın tedavisinin düzgün bir şekilde gerçekleştirilmesi olmaktadır. Ameliyatın tam olarak ne kadar sürede gerçekleşeceğinin kestirmek öncesinde pek mümkün olmaz.
Safra kesesi ameliyatı sonrası iyileşme süresi
Safra kesesi ameliyatı sonrasında hasta bir saat sonra kendine gelir. Ameliyattan 5 saat sonra yemek yemeye başlar. Ameliyat gecesi hafif derecede karın ağrısı, sırt ağrısı gibi şikayetler meydana gelebilmekle birlikte bu her hastada görülmeyebilir. Ağrı kesici ilaçlar sayesinde bu ağrıların giderilmesi mümkün olmakta ve ilaç takviyesiyle hastanın daha kolay iyileşmesi sağlanmaktadır. Bu ameliyat ile hastanın bir gün hastanede kalması ve gerekli testler yapıldıktan sonra hastanın taburcu edilmesi mümkün olur.
Safra kesesi ameliyatı sonrası beslenme nasıl olmalı?
Bağırsaklardaki sindirim açısından, yağların parçalayıcı enzimler tarafından işlenerek emilebilmesi için mutlaka safranın düzgün çalışması gerekir. Bu nedenle safra kesesi hastalarının yemeklerinden yağların çıkarılması bu süreçte önemlidir. Geçirilen ameliyat sonrası vücudun daha çabuk toparlanması ve daha çabuk iyileşmesi için beslenme çok önemli bir konumda yer alır. Herhangi bir ameliyat sonrasında kişinin fiziksel ve ruhsal durumu sebebiyle iştahının normalden daha az olması mümkündür. Vücudunuzun ihtiyaç duyduğu vitamin, protein ve mineralleri almak için çabalamak gerekir.
Safra kesesi ameliyatı olanların ameliyat sonrası dikkat etmesi gerekenler
Safra kesesi için uygulanan tedavi sonrasında hastanın dikkat ve özen göstermesini gerektirecek noktalar vardır. Bakım ve temizliğe dikkat etmek, işlem yapılan bölgeye dikkat edilmesi, ilaç kullanımını düzenli şekilde yapılması, doktor kontroller ve bolca istirahat dikkat edilmesi gereken bunlar arasında yer alır. Kişi iyileşmek için ne kadar dikkatli olursa o kadar kısa sürede iyileşmesi de gerçekleşebilir. Doktorun önerdiği günlük aktiviteleri yapmaya özen göstermek ve ameliyat kadar ameliyat sonrası sürecin de önemli olduğunu aklınızdan çıkarmamak gerekir.
Safra Kesesi Ameliyatı İçin Hangi Bölüme ve Doktora Gidilmelidir?
Birçok kişi safra kesesi ile ilgili olarak çeşitli problemler yaşayabiliyor. Bu problemleri aşmak için genel olarak karşınıza çıkabilecek tek yol safra kesenizi aldırmak olacaktır. Bu birçok zaman gerekli olabiliyor ve bundan kaynaklı olarak da insanlar “Safra Kesesi Ameliyatı İçin Hangi Bölüme ve Doktora Gidilmelidir?” sorusunu sorabiliyorlar. Tüm bu sorulara hızlı bir şekilde yanıt bulabilmek adına bir özel hastane ile iletişim kurmak ve tedavi için gereken süreç hakkında bilgi almak iyi bir fikir olabilir. Bu şekilde en doğru bilgileri bulabilirsiniz ve bu bilgiler sizlere de yardımcı olacaktır diyebiliyoruz. Tüm bu adımları doğru bir şekilde yerine getirdiğiniz takdir de en kısa süre içerisinde sağlığınıza tekrardan kavuşmanız ve iyileşme sürecine de girmeniz mümkün olacaktır.
Mide kanseri nasıl meydana gelmektedir ?
Normalde hücrelerin yenilenmesi belli bir düzen içerisinde olmaktadır. Ancak bazı durumlarda, hücre anormal bir şekilde hızla büyümeye ve çoğalmaya başlayabilir. Bu durumda TÜMÖR adı verilen bir kitle meydana gelmektedir. Bazen oluşan kitle belli bir boyuta ulaştıktan sonra büyümesini ve çoğalmasını durdurur. Bunlara iyi huylu tümörler denmektedir. Bazen de büyüme ve çoğalma kontrolsüz olarak devam eder. Bu gruptakiler genellikle kanser olarak bilinmektedir. 1 (bir) cm çapındaki kötü huylu bir tümör kitlesinin içinde yaklaşık 1 trilyon (1 000 000 000 000) kanser hücresi mevcuttur. Kanser vücutta ilk olarak midedeki bir hücreden köken alarak büyümeye başlarsa mide kanseri olarak ortaya çıkmaktadır.
Mide kanserinin belirtileri nelerdir ?
Maalesef %80’i uzun bir süre sessiz ve belirtisiz olarak, yani sinsi bir gelişme göstermektedir. Henüz belirti vermeden erken dönemde yakalanması çoğu zaman kontrol amaçlı yapılan incelemeler sayesinde olmaktadır. Bazen ülser veya gastrit benzeri şikayetlere neden olabilmektedir. Erken doyma, bulantı, kusma, iştahsızlık, kilo kaybı, kansızlık, karın ağrısı, kanama (gizli veya aşikar) veya yutma sırasında takılma hissi gibi yakınmalar genellikle tümör belirli bir boyuta ulaşınca ortaya çıkmaktadır.
Mide kanseri açısından kimler daha çok risk altındadır ?
Ailesinde 1. ve 2. derece akrabalarında, özellikle 50 yaşın altındayken mide kanseri öyküsü olanlar (genetik faktörler), bazı meslek grupları (maden, tekstil, metal endüstri, boya, kimyasal, lastik, petrol sanayii çalışanları), daha önceden midesinin bir bölümü alınmış olanlar, midesinde polip, intestinal metaplazi, atrofik gastrit gibi hücresel değişimleri olanlar, obez kişiler daha yüksek risk altındadır.
Tanı nasıl konulur ?
En iyi tanı yöntemi endoskopik incelemedir. Bu sayede midenin tüm iç yüzeyi görüntülenebilir ve ayrıca şüpheli alanlardan biyopsi alınabilir. Bunların dışında mide filmi, endoskopik ultrason veya bilgisayarlı tomografi gibi yöntemlerden de faydalanılabilmektedir.
Tedavide ne yapılmaktadır ?
Mide kanserinin öncelikli tedavisi cerrahidir. Cerrahi girişim ile midenin bir bölümü veya tamamı alınmaktadır. Midenin tümünün ya da bir kısmının alınması mide kanserinin yerleşim yeriyle ilgili bir durumdur. Ameliyat sırasında mideye komşu olan lenf bezleri de çıkarılarak mikroskobik inceleme için patoloji laboratuarına gönderilir. Midenin tamamı alındığında yemek borusu ile ince barsakların başlangıç bölümü birbirine dikilerek sindirim sistemindeki devamlılık sağlanmaktadır. Bu durumda bir süre için kişinin yemek yeme alışkanlığında ve sıklığında değişiklikler meydana gelecektir. Ancak zamanla vücut bu duruma uyum sağlayacaktır. Ameliyattan sonra radyoterapi, kemoterapi gibi ilave tedaviler bazı durumlarda uygulanabilmektedir.
Mide kanserinde laparoskopik cerrahi seçeneği var mıdır ?
Mide kanserinde özellikle erken evredeki hastalarda laparoskopik cerrahi uygulamaları yapılabilir. Bu ameliyat karın üzerinde yapılan 1 santimetrelik küçük kesilerden ve kamera yardımıyla gerçekleştirildiğinden hastalar açısından çok daha konforlu olmaktadır. Ameliyat sonrası hastaların ağrısı daha az olmakta ve iyileşme süresi daha kısa sürede gerçekleşmektedir.
Tedavi bittikten sonra takip nasıl olmaktadır ?
Bu hastalarda belirli aralıklarla kontroller mutlaka yapılır. İlk iki yıl, 3 - 6 ayda bir, daha sonraki dönemde yılda bir bazı incelemeler tekrar edilmektedir.
Mide kanserinden korunmak için neler yapılabilir ?
Elbette hastalığa yönelik genetik bir eğilim varsa bunun önüne geçmek mümkün değildir. Ancak hastalık sadece genetik yatkınlık ile ilgili değildir. Bu yüzden yüksek ısıda pişirilmiş etlerden, aşırı tuzlu gıdalardan (turşu, soya sosu, tuzlanmış balık vb.) ve özellikle içerisinde çok sayıda nitratlı katkılar bulunan hazır gıdalardan uzak durulmalı, bunun yerine sebze ve meyve tüketimi arttırılmalıdır.
Tüm mide kanserleri birbiriyle aynı mıdır ?
Kanserler bir çok özellikleri bakımından birbirinden farklı özellikler göstermektedir. Bu nedenle ameliyattan önceki ve sonraki dönemde hastalığın seyri de değişkenlik arz eder. Ancak bu özelliklerin ve hastalığın evresinin iyi anlaşılması için ameliyatta çıkarılan mide ve lenf bezlerinin patoloji laboratuarında incelenmesi gerekmektedir.
Mide ameliyatlarından sonra beslenme nasıl olmalıdır ?
Özellikle midenin tamamının alındığı durumlarda ortaya çıkabilen başlıca sorunlar; yağların sindirimindeki bozukluk, laktoz tahammülsüzlüğü ve gıdaların aniden ince bağırsaklara geçmesi sonrasında ortaya çıkan “damping sendromu” denilen durumdur. Yemeklerden sonra dolgunluk hissi, karın bölgesinde kramplar, halsizlik, yüzde kızarma, baş dönmesi, ishal ve terleme gibi şikayetleriniz oluyorsa doktorunuzu bilgilendirin. Bu durumlar için alınabilecek önlemleri şu şekilde sıralayabiliriz: Yavaş yavaş ve iyi çiğneyerek yemek yemeye gayret edin. Az ve sık aralıklarla beslenin. Öğün sayısını 6-8’ye çıkarın. Yemek sırasında çok miktarda sıvı içmeyin. Şekerli gıdalara dikkat edin. Aç karnına şekerli gıdaları tüketmeyin. Genel olarak yumurta, yumuşak etler, balık, yoğurt, peynir, tereyağı gibi kalori ve protein değeri yüksek gıdaları tercih edin. Çeşitli gıdaları diyetinize yavaş yavaş ekleyin, çünkü meyve, sebze ve kepekli tahıllar beslenme açısından önem taşırlar. Yağlı gıdalara toleransınız az ise onların miktarını yayaş yavaş arttırın. Bazı durumlarda ekstra kalori için hazır besin takviyesi de gerekebilmektedir.
Kolon ve Rektum Kanseri Hakkında Genel Bilgiler
En sık görülen üçüncü kanser türü olup kadınlar ve erkeklerde eşit oranda görülmektedir. Kanser hemen her zaman bağırsak içerisindeki poliplerden gelişmektedir ve hastaların büyük çoğunluğu 40 yaş üzerindedir. Yaşla birlikte hastalığın görülme riski de artar. Ailesinde kolon ve rektum kanseri veya kalın bağırsak polibi bulunanlarda ve ülseratif kolit gibi hastalıkların olması durumunda risk artar.
Kolorektal kanserler erken dönemde belirti vermezler. Hastalığın yaygın hale gelmediği, sadece kalın bağırsağın içerisine sınırlı olduğu bu dönemde teşhisin konulması hastalığın tamamen ortadan kaldırılabilmesi için hayati önem taşır. Bu nedenle ülkemizde de Sağlık Bakanlığı’mız tarafından tarama programı kapsamında yürütülen çalışmalar büyük önem arz etmektedir. Elli yaş ve üzerinde olan tüm bireyler dışkıda gizli kan testine tabi tutularak, (+) sonuç çıkanlar kolonoskopi ile incelenmelidir, ayrıca dışkıda gizli kan testi negatif olsa dahi 50 yaşındaki tüm bireyler en az bir kez kolonoskopi ile incelenmelidir. Kolonoskopi, ucunda ışık olan bir özel alet ile rektum ve tüm kalın bağırsağın ayrıntılı bir biçimde incelenmesini sağlayan sistemin adıdır. Kolonoskopi ile sadece tümörün tanısı konmayıp aynı zamanda sonrasında kansere dönme olasılığı olan polipler de çıkarılabilmektedir.
Kolon ve rektum kanserleri ilerleyen dönemlerde kanserin yerleştiği lokalizasyona göre, büyük abdest alışkanlıklarının değişmesi, karın ağrısı, büyük abdest çapının incelmesi, kansızlık, halsizlik gibi şikayetlere neden olur. Hastalıkta erken teşhis çok önemli olup bu aşamada tanısı konularak tedavisi doğru bir şekilde yapılanlarda iyileşme oranları %80-90’ları bulabilmektedir.
Kolorektal kanserlerin birincil tedavisi cerrahidir, tedavi konu hakkında deneyim ve tecrübeye sahip cerrahlar tarafından yapılmalıdır. Özellikle rektum tümörlerinde ameliyat öncesi ışın veya ilaç tedavisi gibi seçenekler, deneyimli cerrahi ekibin başkanlığını yapacağı konseylerde, ilgili branşların da katılımıyla hasta özelinde karar verilerek alınmalıdır.
Kolon ve rektum kanser ameliyatlarında cerrah, hastalığın tedavisine direk etki etmektedir. Kanserli doku ve beraberinde yeterli sayıda lenf nodunun çıkarılması işleminin konu hakkında eğitim almış cerrahlar tarafından yapılması sadece ameliyatın erken dönem başarısını artırmakla kalmayıp aynı zamanda hastalık hakkında en çok endişe edilen durum olan nükslerin (yeniden tekrarlama – sıçrama) gelişmesini de engelleyici bir faktör olacaktır.
Kolon ve Rektum Kanseri Nedir?
Kolon (kalın bağırsak) karın içerisinde sağ taraftan başlayarak ters u harfi şeklinde yerleşmiş bir organdır. Kolonun anüse yakın son 15cm.lik kısmına rektum ismi verilmektedir. Rektum, gerek anaotomik yerleşim gerekse fonksiyon açısından kalın bağırsağın diğer bölümlerinden ayrılmaktadır.
Kolon ve rektum kanseri dendiğinde bu organın iç yüzünü kaplayan ve mukoza adı verilen yapıdan kaynaklanan kötü huylu tümörler akla gelmektedir. Bu tümörler sıklıkla bir polip (kalın bağırsak içerisinde ciltteki siğile benzeyen yapılar) zemininden gerçekleşmektedir. Tabiki bu söylemden kolon ve rektumda yerleşmiş tüm poliplerin kanserleşeceği anlaşılmamalıdır. Kansere neden olan polipler sıklıkla “adenomatöz yapıda” olan poliplerdir. Bu poliplerde öncelikle kendi içinde büyüme sonrasında malign (kötü huylu) bir karakter kazanarak öncelikle bağırsak duvar katmanları içerisine daha sonra lenf bezlerine ve en sonunda da uzak organlara yayılım yapar.
Kolon ve Rektum Kanseri Nedenleri
Birçok kanser türünde olduğu gibi kolon ve rektum kanserlerinde de hücre düzeyinde anormal bir çoğalma söz konusudur. Normal yaşam döngüsünde sağlıklı bağırsak hücreleri büyüyüp bölünürler ve zamanı geldiğinde de ölürler. DNA’da ortaya çıkacak olan bir kırılma sonrasında bu doğal döngü kırılarak hücresel düzeyde anormal bir büyüme ve bu işlevde otomatisite kazanımı gibi bir durum söz konusu olur. Buna kırılmaya neden olan olay net bir şekilde bilinmemektedir.
Kolon ve rektum kanseri gelişmesinde riski artıran bazı faktörler bilinmektedir. Bunlardan bazıları:
-
Ailevi kolorektal kanser hastalığına sahip olmak (HNPCC-FAP)
-
Hayvansal yağdan zengin, posadan fakir diyet ile beslenme
-
Ülseratif kolit, Crohn hastalığı gibi inflamatuar bağırsak hastalığına sahip olmak
-
Sigara, alkol kullanımı ve obezite
Kolon ve Rektum Kanseri Belirtileri
Tüm içi boş olan organlarda olduğu gibi kolorektal kanserlerde de başlangıçta belirtiler müphemdir.
Özellikle 40 yaş ve üzerinde artan sıklıkta görülen bir kanser türü olması nedeniyle aşağıdaki belirtilerin ortaya çıkması durumunda dikkatle araştırılmalıdır.
-
Bağırsak alışkanlıklarında değişiklikler. Herkesin tatil gibi durumlar dışında gündelik hayatında alışmış olduğu bir dışkılama alışkanlığı (Gün içerisinde ve haftalık tuvalete gitme zamanı, tuvalette geçirilen süre vs.) bulunmaktadır. Bu alışkanlıklarda olacak olan değişiklikler ve bunun devam eder bir karakter kazanması kolorektal kanserlerin ilk belirtisi olabilir.
-
Büyük abdest sırasında kanama olması veya büyük abdestten bağımsız olarak rektal kanama olması özellikle rektum kanserlerinin ilk belirtisi olabilir
-
Büyük abdest yaptıktan sonra tam rahatlayamama yani rektumun tam boşalamama hissi.
-
Kolonun başlangıç yani sağ tarafında yerleşmiş olan tümörler sıklıkla demir eksikliği anemisi şeklinde kendi gösterir.
-
Anormal karın ağrısı ve huzursuzluk hissi (aşırı gaz vs.).
-
Halsizlik, açıklanamayan kilo kaybı.
Kolon ve Rektum Kanseri Tanısı
Kolon ve rektum kanserlerinde esas tanı aracı kolonoskopik incelemelerdir. Kolonoskop ucunda ışık olan ve tüm bağırsak iç yüzeyinin izlenmesine olanak veren fleksibl (esnek) görüntüleme sistemidir. Bu inceleme ile tümörün kolon içerisindeki lokalizasyonu tespit edilip, biyopsi alınarak tanısı konabilir. Ayrıca polip aşamasında bulunan bir lezyon yine kolonoskop aracılığı ile uygun bir şekilde çıkartılabilir. Yani kolonoskopi sadece bir tanı aracı değil aynı zamanda uygun hastalarda bir tedavi aracıdır.
Kolonoskopi ile tanısı konan hastaya bundan sonra yapılacak olan işlem görüntüleme yöntemleri ile lokal ve sistemik evrelemesinin yapılmasıdır. Bunun içinde sıklıkla tomografiden yararlanılır.
Kolon ve Rektum Kanseri Evreleri
Kolon ve Rektum kanserleri 4 evrede değerlendirilmektedir:
-
Evre 1 hastalıkta tümör sadece mukoza (bağırsak iç yüzeyi) üzerindedir henüz daha derin katmanlara yayılmamıştır.
-
Evre 2 hastalıkta tümör tüm bağırsak duvarını tutulmuş ancak henüz daha lenf nodlarına sıçramamıştır.
-
Evre 3 hastalıkta artık lenf bezleri de tümör hücreleri tarafında tutulmuş durumdadır.
-
Evre 4 hastalıkta ise artık bir uzak organ (karaciğer , akciğer vb.) yayılımı durumu da söz konusu olmuştur.
Sizlerden gelen sıkça soruları Op. Dr. Sami Cebelli cevaplıyor…
Rektum ve Kolon Aynı Mı?
Rektum anatomik olarak kolonun devamı, son bölümüdür. Başka bir söyleyiş ile bağırsak sistemimizin son bölümü olan anüsten (makat) itibaren son 15cm.lik bölüme rektum adı verilmektedir.
Rektum Kanseri Olan Ne Kadar Yaşar?
Buna net bir cevap vermek olanaksızdır. Çünkü rektum kanseri standart bir hastalık değildir. Kanser sonrası yaşam süreleri hastalığın evresi, tümörün davranış şekli, hastanın eşlik eden diğer yandaş hastalıkları vb. gibi birçok farklı parametreye bağlıdır.
Rektum Kanseri Tedavisi Ne Kadar Sürer?
Rektum kanseri özelinde tedavinin içerisinde faklı branşlarda dahil olmaktadır. Ameliyat sonrası hastalığın nüksetme olasılığını azaltmak amacı ile ameliyat öncesinde kemo ve radyoterapi uygulamaları yapılmaktadır. Bu uygulamaların bitiminden sonra yaklaşık 8-12 hafta beklenerek ameliyat planlanmaktadır.
Rektum Kanseri İyileşir Mi?
Elbette. Sadece rektum kanserleri değil kolon kanserleri de uygun evrede etkili bir tedavi uygulanımı sonrasında bir daha yinelemeyecek şekilde iyileşebilirler.
Kolon Kanserinde Evre 3 Nedir?
Kalın bağırsakta, damarların hemen etrafında yer alan lenf nodları bulunmaktadır. Bu lenf bezlerindeki tümör tutulumu durumunda hastalığın evresinin evre 3 olduğundan bahsedilir.
Kolon Kanseri Öldürür Mü?
Eğer ileri evre bir hastalık var ise, etkin bir tedavi olanağı olmamış ise ve hastanın eşlik eden başkaca hastalıkları da bu hastalık nedeniyle ilerlemişse, evet öldürücü seyredebilir.
Kolon Kanserinde Kemoterapi Ne Kadar Sürer?
Bu durum hastalığın evresi ve tümörün alt tip analizlerine göre değişkenlik göstermektedir.
Kolon Kanseri Ne Kadar Sürede Oluşur?
Kolon kanserlerinin büyük çoğunluğu polip zemininden kaynaklanmaktadır. Bir polibin kansere dönme süresi yaklaşık 5-7 yıl civarındadır. Bu kritik süre yeterince uzun olması nedeniyle tarama programlarının oluşmasına da olanak sağlanmaktadır.
Kolon Kanserinde Ölüm Riski Nedir?
Bu durum hastalığın evresiyle yakından ilişkilidir. Örneğin erken evrede yakalanmış ve etkili bir biçimde tedavi edilmiş bir tümörde 5 yıllık sağ kalım oranı %90’ın üzerindedir.
Kolon Kanserinde Ağrı Olur mu?
Eğer hastalık ilerlemiş ve bağırsak içerisinde tam tıkanıklığa yol açmış ise ya da metastatik hale gelmiş ve başkaca organlara yayılım yapma durumu söz konusu olmuşsa ağrı yapabilir. Ancak erken evrelerde ağrı yapma durumu söz konusu değildir.
Kolon Kanseri Hangi Organlara Sıçrar?
Sindirim sistemimizin diğer kanserlerinde olduğu gibi uzak yayılım organı, karın içerisindeki organlardan gelen tüm toplar damar ağının ilk durağı olan karaciğerdir. Hastalık ilerleyen dönemlerde akciğer yayılımı da yapabilir. Özellikle rektum kanserlerinde karaciğer yayılımı olmaksızın akciğer yayılımı da görülebilmektedir.
Kolon Kanseri İlerlerse Ne Olur?
Önce bağırsak katmanları arasında ilerleyen tümör daha sonra komşu lenf bezlerine oradan da uzak organlara yayılım gösterir. Bazı durumlarda tümörün bağırsak boşluğu içerisinde ilerleyişi daha hızlı olur ve tüm kanalın geçişinin tıkanmasına neden olabilir. Bu durumda akut bağırsak tıkanıklığı söz konusu olur ve bu acil bir durumdur.
Sinir monitorizasyonu tiroid cerrahisi esnasında tehlike altında olan sinirlerin görsel ve işitsel olarak monitörize edilmesi yoluyla hasta sağlığını koruma amaçlı cerraha yardımcı olan bir sistem ve cihazdır.
Tiroid bezinin arka kapsülüne yakın komşulukta seyreden ve vokal kordları (ses tellerini) uyaran rekürren laringeal sinirleri cerrahi sırasında tespit edebilmek ya da takip edebilmek için kullanılmaktadır.
Rekürren laringeal sinirler sağ ve sol taraf olmak üzere iki taraflıdır ve ses tellerini hareket ettirerek, sesin oluşmasını sağlamaktadır. Tecrübeli bir hekim sahnesinde kalıcı sinir hasarı oluşması riski %1-2’in altındadır.
Geçici ses problemleri (subjektif ses değişiklikleri) biraz daha fazla oranda görülebilir fakat uzun sürmez. Hasar tek tarafta ise eğer daha kolay tolere edilir ve olguların yaklaşık yarısında uzun süreli ciddi bir ses kısıklığı veya başka problemler kalmaz.
Hasar çift taraflı ise ve ameliyat esnasında fark edilmezse ciddi sorunlar oluşabilir. Ses kısıklığına ek olarak nefes almakta ve yutkunmada güçlük de yaşanabilir.
Sinir Monitorizasyonunun Faydaları
Güvenli tiroid cerrahisi sayesinde kalıcı ses kısıklığı tehlikesini önler.
Zor ameliyatlarda (geçirilmiş boyun cerrahisi, nüks tümör, büyük guatr, kanser cerrahisi ve anatomik varyasyonlar nedeni ile sinirin zor tanımlandığı olgular) sinir hasarı riskini en aza indirir.
Operasyonun sekonder risklerini azaltarak maddi ve manevi açıdan daha düşük bir tedavi sağlar.
Cerrahi süresini azaltır.
Tiroidektomi, dünyada olduğu gibi ülkemizde de çok yapılan işlemlerden biridir. Her ameliyatta olduğu gibi tiroid cerrahisi işlemleri sonrasında da hastanın yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyebilecek komplikasyonlar oluşabilmektedir. Bunlardan en önemlilerinden birisi de operasyon sonrası görülen ses problemleridir. Tiroidektomi sonrası ana ses teli siniri (reküren laringeal sinir) ve üst ses teli sinirine (superior laringeal sinirin eksternal dalı) bağlı ses problemleri en iyi bilinen sorunlar arasındadır. Son yıllarda ameliyat sırasında bu iki sinirin korunmasına katkı sağlamak için kullanılan intraoperatif sinir monitörizasyonu (İONM) operasyona ek bir yöntem olarak kullanılmaktadır. Bu yöntemin kullanılması giderek yaygınlaşmaktadır.
Ses Teli Sinirlerinin Fonksiyonu
Gırtlak (larinks) soluk borusunun girişinde bulunan anatomik bir yapıya sahiptir. Bu yapının ortasında karşılıklı 2 ses teli (sağ ve sol) bulunmaktadır. Ses tellerinin (vokal kord) hareketleri; solunum (nefes alıp verme), ses oluşumu ve hava yolunun korunmasında kritik öneme sahiptir.
Ses tellerinin (vokal kordların) değişik fonksiyonlarındaki hareketleri, gırtlak (larinks) içi kasları tarafından koordine edilmektedir.
Bu kaslardan nefes alırken ses tellerinin açılmasını sağlayan kas ve konuşurken ses tellerinin birbirine yaklaşarak ses çıkarılmasını sağlayan kaslarının uyarıcı (motor) siniri ana ses teli siniri (reküren laringeal sinir) olarak adlandırılır.
Üst ses teli siniri ise tiz seslerin çıkarılmasında önemli role sahip olan ses telinin gerici kasının uyarıcı siniridir.
İntraoperatif Sinir Mönitörizasyonunda Değerlendirilen Nedir?
Tiroid cerrahisinde ana ses teli sinirinin var olması ve görülerek anatomik bütünlüğünün korunması temel prensip halindedir.
Bununla beraber sinirin anatomik olarak bütünlüğünün korunması fonksiyonunun da korunduğu anlamına gelmez. Çünkü operasyon sonrası açığa çıkan ses teli felçlerinin %90’ında ameliyatta ana ses teli sinirinin anatomik bütünlüğü tamdır.
Başka bir söylemle ses telinin fonksiyonunun kaybına sebep olan ana ses teli siniri felçlerinin ancak %10’unda ameliyatta anatomik bir lezyon görülebilmektedir.
Ana ses teli siniri felçlerinin temel sebebi sinirin kesilmesi yada bağlanması gibi sebepler değildir. En sık rastlanan sebep sinirin operasyon sırasında sabit olduğu gırtlağa (larinkse) giriş bölgesinde gerilmesi veya baskı altında kalmasıdır.
Sinirin kanama kontrolü için kullanılan koter yada damarları kapatarak kanamayı önleyen enerji cihazlarının ısısına bağlı etkilenmesi, istenmeden yanlışlıkla bağlanması, damar klipsi ile klipslenmesi veya kesilmesi nadir sebepler arasındadır.
Bu sebepten dolayı gerilme ve baskı altında kalma durumlarında sinir fonksiyonel olarak etkilense de anatomik yapısında bir bozulma olmaz. İntraoperatif sinir monitorizasyonu ameliyatta ana ses teli siniri ve üst ses teli sinirinin fonksiyonel olarak değerlendirilmesine imkân sağlayan tamamlayıcı bir yöntemdir.
İntraoperatif Sinir Monitörizasyonu Nasıl Yapılır?
İntraoperatif sinir monitörizasyonu siniri uyarmak için belirli akım özelliklerinde elektrik üreten ve kişiden gelen uyarı sonuçlarını kaydeden ana cihaz, ara bağlantı kutusu, elektrotlu endotrakeal tüp, uyarıcı probtan meydana gelmektedir.
Operasyona başlarken, operasyon sırasında hastanın solunumunu sağlamak için anestezi uzmanı tarafından hastanın soluk borusuna tüp koyularak anestezi cihazına bağlamaktır. İntraoperatif sinir monitörizasyonu yapılacak kişiler için üzerinde elektrotlar bulunan özel endotrakeal tüpler üretilmiştir.
Kişinin soluk borusuna bu tüp takılırken tüp üzerindeki elektrotlar ses telleri seviyesinde bırakılır. Ameliyatta sırasında cerrah ana ses teli sinirini İONM cihazından gelen elektrik akımı ile uyarınca sinirin uyardığı ses teli kasları kasılmaktadır.
Ses telleri seviyesinde olan ve ses tellerine dokunan tüp üzerindeki elektrotlar ses telinin yaklaştırıcı kasının kasılmasını algılayarak cihaza aktarmakta, cihaz tarafından bu bir elektromiyografi dalgası olarak kaydedilmekte ve aynı esnada cerraha sesli uyarı vermektedir.
Üst ses teli siniri uyarıldığı zaman operasyon sahasında bulunana ses telinin gerici kasının kasılması izlenmektedir. %70-80 hastada aynı zamanda ses telinden elektromiyografi dalgası da elde edilmiş olur.
Aslında intraoperatif sinir monitörizasyonu (İONM) yöntemi ameliyat esnasında ses teli kaslarının fonksiyonunun elektromiyografik olarak değerlendirilmesi temeline de dayanmaktadır.
Ana ses teli sinirinin eldeki uyarıcı probla doktor tarafından uyarıldığı yönteme aralıklı sinir monitörizasyonu, ana ses teli sinirinin çıktığı vagus sinirine özel üretilmiş bir prob koyarak, cihazdan 1-6 saniye aralıklarla belirli bir akımla sürekli sinirin uyarıldığı yönteme ise sürekli sinir monitörizasyonu adı verilmektedir.
Sürekli monitörizasyonda ses telinin fonksiyonu anlık olarak grafikle kayıt altına alınmaktadır. Bu teknik aralıklı monitörizasyona göre daha ileri bir tekniktir.
Bu yöntemde aynı esnada aralıklı monitörizasyon probu da kullanılmakta, ameliyattan önce hastalara ses teli sinirlerinin korunması için ameliyatta bir cihaz kullanılacağı bilgisi verildiğinde, bazı hastalar ses tellerine kalıcı bir cihaz koyulduğunu sanmaktadır.
Bu cihaz ameliyat sırasında kullanılan bir cihaz olup, ameliyattan sonra hastada herhangi bir cihaz parçası bırakılmamaktadır.
Meme Kanseri Taraması
Meme kanseri, kadınlarda en sık görülen kanserdir. Meme kanserini erken evrede yakalayabilmek ve uygun tedaviyi zaman kaybetmeden yapabilmek için, kanserden ölümleri azalttığı düşünülen ve etkinliği kanıtlanmış tarama yöntemleri kullanılmaktadır. Bu nedenle meme kanserinde topluma yönelik tarama programlarının uygulanması gerekmektedir.
Tarama yapılan ve anormal sonuç saptanan hastaların, ileri inceleme sonuçlarına göre, gerekli tedavileri yapılmalıdır. Çünkü meme kanserine bağlı ölüm oranlarındaki azalma sadece taramayla değil, taramanın uygun tedaviyle birleştirilmesiyle sağlanabilir. Meme kanserinin taranmasındaki temel amaç; kanser gelişim sürecini, henüz klinik bulgular ortaya çıkmadan erken evrede iken tespit etmek ve kadınlarda meme kanserine bağlı ölüm hızını düşürmektir.
Meme kanserinde ideal yöntem yılda bir uygulanacak mamografi ile taramadır. Tarama sırasında her iki meme için de farklı yönlerden ikişer poz film çekilmelidir. Asıl tarama yöntemi mamografi olmakla birlikte, mamografinin etkinliğini arttırmak amacıyla taramaya katılan her kadına klinik meme muayenesi de yapılmalıdır. Ayrıca toplumda farkındalık yaratmak amacıyla 20 yaşından sonra her kadına kendi kendine meme muayenesi yapmaları için danışmanlık hizmeti verilmelidir.
Meme Kanseri Bulguları
Bulgular:
-
Memede veya koltuk altında ele gelen kitle (sertlik, şişlik)
-
Meme başından akıntı (tek kanaldan kanlı veya koyu renkli akıntı)
-
Meme başında içe doğru çekilme, çökme veya şekil bozukluğu
-
Meme başı derisinde değişiklikler (soyulma, kabuklanma)
-
Meme cildinde yara veya kızarıklık
-
Meme cildinde ödem, şişlik ve içe doğru çekintiler olması (portakal kabuğu görünümü)
-
Memede büyüme, şekil bozukluğu veya asimetri ya da renginde değişiklik (kızarıklık vs.)
Memede kitle
Birçok kadın hayatlarının bir döneminde memelerinde bir sertlik fark eder. Akla ilk olarak kanser gelse de bu kitlelerin büyük bir kısmı iyi huylu tümörlerdir. Bununla birlikte her durumun mutlaka klinik olarak değerlendirilmesi gerekir.
Elinize gelen kitle 2 farklı yapıdan biri olabilir. Kitle, içi sıvı dolu bir kese olabilir. Bunlara kist adı verilir. Kistler genellikle adet zamanlarında daha da büyür ve ağrılıdırlar. Özellikle menopoz öncesi 40’lı yaşlarda daha sık görülür. Diğer bir olasılık ise, içi farklı bir doku ile dolu bir kitle olabilir; buna da solid kitle denir. Bu iki farklı yapıyı ayırmanın en iyi yolu kitlenin ultrasonografi ile incelenmesidir.
Meme başı akıntısı
Her kadının meme başından çeşitli zamanlarda akıntı gelebilir. Özellikle meme başı sıkıldığı zaman sarı–yeşil arası renkte, boza kıvamında olan akıntı normal kabul edilir. Gebe olmayan kadınlarda meme başından süt gelmesi de kanser bulgusu değildir; bu durum vücudun hormonal değişikliği ile ilgili olabilir. Kanser açısından önemli olan, akıntının meme başını sıkmadan kendiliğinden gelmesidir. Bu durum, sütyenin veya çamaşırın ıslanması şeklinde fark edilir. Özellikle akıntının koyu kahverengi, siyah veya kan rengi olması önemli bir bulgudur. Böyle bir durumda, meme başından gelen akıntıdan örnek alınarak laboratuvarda incelenmesi gerekir.
Memede kist
Kistler genellikle memenin iyi huylu tümörleridir. Boyutları birkaç milimetre ile birkaç santimetre arasında değişir. 25 yaş altındaki kadınlarda nadir, menopoza yaklaşmış kadınlarda daha sık görülür.
Kistlerin içi bazı durumlarda iğne ile boşaltılarak içindeki sıvı incelenebilir. Eğer kanlı bir sıvı içeriyorsa, kistin ameliyatla çıkartılıp incelenmesi gereklidir. Eğer menopoz sonrası hormon tedavisi gören bir kadında kist ortaya çıkmışsa, içerdiği sıvı kanlı olsun veya olmasın patolojide incelenmesi gerekir.
Eğer bir kist iğne ile boşaltıldıktan sonra 4-6 hafta içinde tekrar ediyorsa, ameliyatla çıkartılması önerilebilir.
Memede solid (katı) kitle
Memede sıvı içermeyen, içi farklı hücrelerle dolu olan kitlelere solid (katı) kitle diyoruz. Solid kitlelerin kanser olma olasılıkları kistlere göre daha yüksektir. 40 yaş üzerindeki bir kadının memesinde saptanan solid bir kitle, aksi ispat edilene kadar kanser şüphesi taşır ve bu nedenle mutlaka araştırılması gereklidir.
Memede saptanan kitle, mamografi ve ultrasonografi ile değerlendirilerek kanser olma olasılığı araştırılır. Bu yöntemlerle çoğu zaman kitlenin iyi huylu olup olmadığı anlaşılabilir. Ancak bazı durumlarda şüpheye düşülebilir ve netleştirmek mümkün olmaz. Öyle bir durumda MR gibi ileri görüntüleme yöntemlerine veya kitleden biyopsi alınarak patolojik incelemeye ihtiyaç duyulabilir.
Meme derisinde renk değişikliği, kalınlaşma ve şişme
Bazen memede kitle olmadan, doğrudan meme derisinde bazı değişikliklerle kanser başlayabilir. Meme derisinin bir bölgesinde kızarıklık, kalınlaşma, portakal kabuğu gibi yer yer çekintilerin ortaya çıkması, kanserin ilk bulgusu olarak değerlendirilebilir. Meme derisinde böyle değişiklikler fark ediyorsanız, mutlaka hekime danışmalısınız.
Meme başında kızarıklık, kabuklanma veya yara olması
Meme başındaki değişiklikler de kanser açısından önemlidir. Özellikle meme başı çevresinde ortaya çıkan kızarıklık, yara gibi değişiklikler memede bir kitle olmasa bile kanser bulgusu olabilir.
Memede ya da meme başında içeri doğru çekinti olması
Bazı kadınlarda çocukluktan itibaren her iki meme başı da içe doğru çekik olabilir. Bu, herhangi bir hastalık anlamına gelmez. Böyle durumlarda bebek emzirmek çoğu kez mümkün olmaz. Bu gibi yapısal bozukluklar kozmetik amaçlı olarak, yani sadece görünüm açısından ameliyatla düzeltilebilir. Kanser açısından önemli olan, tek memenin başının son zamanlarda içeri çekilmesidir. Böyle bir durumda mutlaka hekime başvurmanız gerekir.
Meme başlarının pozisyonunda değişiklik
Meme başlarının pozisyonlarında da değişiklik olabilir. Meme başı bir tarafa doğru çekilebilir. Bu da bir kanserin belirtisi olabilir.
Meme şeklinde değişiklik
Genellikle her iki meme simetrik değildir ve bir meme diğerinden daha büyük olabilir. Bu normal bir yapıdır. Bazen memelerin genel yuvarlaklığında veya şeklinde de değişiklik olabilir. Kanser açısından önemli olan, sonradan gelişen simetri değişikliğidir.
Koltuk altında ele gelen kitle
Koltuk altında ele gelen bir kitle, birçok nedene bağlı olan bir lenf bezi büyümesi olabilir. Bazen meme kanserinin ilk bulgusu da olabilir. Bu nedenle eğer elinizde ve kolunuzda son zamanlarda bir enfeksiyon geçirmediyseniz, bu kitlenin incelenmesi gerekir.
Meme Kanseri Görülme Sıklığının
Meme kanseri kadınlarda en sık tanı konan kanser türüdür. Kadınlarda, kansere bağlı ölümlerde akciğer kanserinden sonra ikinci sırada gelen meme kanseri, 1990 yılından bu yana 50 yaş ve üzerindeki kadınlarda giderek daha sık görülmektedir. 40–59 yaş arası kadınlarda ise, kanser nedenli ölümlerin başında yer almaktadır.
Dünya genelinde her yıl 1.000.000 kadar yeni meme kanseri hastası bildirilmektedir. Her yıl 400.000’den fazla kadın meme kanseri nedeniyle yaşamını yitirmektedir.
Avrupa Birliği’nde her yıl yaklaşık 200.000 yeni meme kanseri tanısı koyulmakta ve 60.000’den fazla kadın bu nedenle yaşamını yitirmektedir.
Meme kanseri dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kadınlarda en sık görülen kanser tipidir. Sağlık Bakanlığı’nın son yayınlanan verilerine göre Türkiye’de kadınlarda görülen kanserlerin yaklaşık %25’i meme kanseridir. Türkiye Meme Hastalıkları Federasyonu Ulusal Meme Kanseri Veri Tabanı verilerine göre, Türkiye’de meme kanseri ortalama yaşı 51,6 olup hastaların %17’si 40 yaş altındadır. Meme kanseri görülme sıklığı gelişmiş ülkelerde 60’lı yaşlarda daha fazla iken ülkemizde 45-49 yaş grubunda %16,7’lik bir değerle maksimuma ulaşmaktadır. Meme kanseri tedavisinde erken tanı en önemli faktördür. Ülkemizde meme kanseri sıklığının daha genç yaşlarda görülüyor olması tarama programlarının önemini artırmaktadır.
Meme Kanseri Risk Faktörleri
-
20 yaşın üstünde olmak, (özellikle 50 yaş üstünde daha sık)
-
Erken adet görmeye başlamak
-
Menopoza geç girmek
-
Uzun süre (5 yıl üzerinde ve sürekli) ve kontrolsüz doğum kontrol hapı kullanmak
-
Uzun süre (5 yıl üzerinde ve sürekli) menopoza bağlı şikayetleri azaltmak için hormon kullanılması
-
Anne, teyze, kız kardeş gibi 1. derece akrabalarda meme kanseri saptanmış olması
-
Memeye daha önce yapılmış bir müdahale ve “atipi, karsinoma in situ” gibi kanser öncüsü olabilecek lezyonların raporlanmış olması
-
Daha önce meme kanseri geçirmiş olmak
-
Geçmiş yıllarda özellikle göğüs bölgesine ışın tedavisi görmüş olmak
-
Yağlı gıdalarla beslenmek, alkol ve sigara kullanmak, düzensiz yaşam biçimi ve egzersizden uzak yaşamak
Cinsiyet
Erkeklerde de meme kanseri görülebilir. Her 100 meme kanserinden 1'i erkeklerde görünür.
Yaş
Meme kanseri 20 yaş ve üzeri hemen her dönemde görülmektedir. Ancak, en sık 50 yaş ve üzerindeki kadınlarda görülmektedir. Ülkemizde yapılan çalışmalarda 50 yaşın hatta 40 yaşın altında meme kanserine yakalanan kadın sayısının, Avrupa ve Amerika Birleşik Devletlerindeki sayılarla karşılaştırıldığında daha fazla olduğu saptanmıştır.
Östrojen hormonu
Doğurganlık çağı, kadının adet gördüğü süredir. Adet görmeye erken başlanması, menopoza geç girilmesi, bu süreyi uzatıyor. Bu sırada kadın daha uzun süre östrojen hormonuna maruz kaldığı için, meme kanseri gelişme riski artıyor. Kadınlık hormonu olan östrojen hormonu, memede kanser gelişme riskini artırıyor. 12 yaşından önce adet görmeye başlayan bir kızın ileride meme kanserine yakalanma riski daha geç dönemde adet görmeye başlayanlara göre 1,7 ile 3,4 kat arasında artıyor. Geç adet görmeye başlamak veya erken menopoza girmek meme kanseri riskini azaltıyor.
Menopoz döneminde östrojen hormonu tedavisi görenler
Menopoz nedeni ile uzun süre östrojen tedavisi (5- 10 yıldan fazla) gören kadınlarda, meme kanseri oranı artıyor. Östrojen hormonunun memede kanser gelişme riskini artırdığını daha önce belirttik. Sıcak basmaları, psikolojik sorunlar ve diğer fiziksel rahatsızlıklar gibi ciddi menopoz yakınmaları olan kadınlarda bu şikayetlerin azaltılması için mutlaka bir hekim kontrolü altında hormon ilaçları kullanılmalıdır.
Doğum kontrol hapı kullanımı
Bu konuda farklı görüşler olmakla birlikte hafif bir risk artışı olduğu ileri sürülmektedir. Bu hapların uzun süre (5-10 yıl) kullanıldığı durumlarda hafif bir risk artışı olduğu bilinmektedir. Doğum kontrol hapını kullanmayı bıraktıktan on yıl sonra ise, bu risk tamamen ortadan kalkmaktadır.
Aile hikayesi
Birinci ve ikinci derece akrabalarının (anne, teyze, anneanne, kız kardeş) bir ya da birkaçında meme kanseri saptanmış olması ve bu kişilerin meme kanserine yakalandığında yaşın 50’nin altında olması önemli bir risk faktörüdür. Bunun yanında yine aile bireylerinin bir ya da birkaçında meme ve yumurtalık kanseri olması, sadece yumurtalık kanseri olması, ailenin erkek bireylerinden birinde meme kanseri olması ailesel risk faktörlerini arttıran bir durumdur.
Memeye daha önce yapılmış bir müdahale
Memeye geçmişte herhangi bir nedenle yapılmış girişim sonucu elde edilen patolojik inceleme sonucunda, “atipi, karsinoma in situ” gibi kanser öncüsü olabilecek lezyonların raporlanmış olması da meme kanseri açısından risk oluşturmaktadır. Ancak bunların hiçbiri, bir kadında yüzde yüz meme kanseri gelişeceğinin göstergesi değildir. Sadece yakın izlem gerekliliğini belirtir.
Meme kanseri hikayesi
Meme kanseri konusunda riski en çok arttıran faktör kadının daha önce karşı memesinde meme kanseri tanısı almış olmasıdır. Bu nedenle daha önce meme kanseri tanısı almış olan kadınlar, yakın izlem altında olmalıdırlar.
Işın tedavisi
Özgeçmişinde herhangi bir nedenle meme bölgesine ışın tedavisi uygulanmış olanlarda meme kanseri gelişme riski artmıştır. Ancak günümüzde uygulanan ışın tedavisi yöntemleri bu riski gözle görülür şekilde azaltmaktadırlar.
Beslenme ve alışkanlıklar
Yağlı gıdalarla beslenme, alkol ve sigara kullanımı, düzensiz yaşam biçimi ve egzersizden uzak yaşam meme kanseri riskini artırmaktadır.
Genetik bozukluklar
Kalıtsal meme kanserleri, tüm meme kanserleri içerisinde yüzde 5-10 oranında görülürler. Günümüzde bu geçişten sorumlu olabileceği düşünülen BRCA 1 ve 2 ve diğer gen değişiklikleri tespit edilebilmekte ve bu riske göre danışmanlık ve önleyici tedavi önerileri oluşturulabilmektedir.
Tanı Yöntemleri
Memenin fizik muayenesi, uzman bir hekim tarafından hastanın hikayesinin alınması ve muayenesinin yapılmasıdır.Memenin sağlıklı değerlendirilmesi için iyi ve ayrıntılı bir fizik muayene esastır.
Memesiyle ilgili hiçbir yakınması olmayan bir kadın 40 yaşından itibaren yılda bir kez meme hastalıkları konusunda uzman bir hekim tarafından görülmelidir. Memesinde izlenmesi gereken herhangi bir sorun saptanan hastalar daha yakın aralıklarla izlenebilir.
Sadece görüntüleme yöntemleri ile meme kanseri taraması yapmak doğru değildir. Meme kanserinin taranmasında ve teşhisinde fizik muayene ve görüntüleme yöntemleri birbirini tamamlar.
Kapalı Safra Kesesi Ameliyatı
Tiroid Cerrahisi (Sinir monitorizasyonu eşliğinde)
Meme hastalıkları ve meme kanserinde görüntüleme amacıyla mamografi, meme ultrasonografisi (USG), manyetik rezonans (MR) ve meme kanserinin evrelenebilmesi için Pozitron Emisyon Tomografi (PET-BT) tetkikleri kullanılır.
Bu yöntemler tarama, muayenede saptanan şüpheli alan için tanılama, kanser tanısı konmuşsa tümörün yaygınlığının incelenmesi ve en uygun tedavi seçeneklerinin belirlenmesi için kullanılır.
Mamografi, meme kanseri toplu taramalarında en geçerli yöntem olarak kabul edilmektedir.
Mamografi Hangi Sıklıkta Çekilmelidir?
-
40 yaşından itibaren her yıl tekrarlanmalıdır.
-
Yüksek risk faktörleri olan kişilerde mamografik takibe daha erken başlanabilir.
-
Memede izlenmesi gereken bulgular mevcut ise, hekimin gerekli gördüğü aralıklarla mamografi çekilmelidir.
Mamografi cihazının çekim kalitesi önemlidir. İki yönlü olarak çekilmelidir. Yoğunluğu yüksek memelerde duyarlılığı azdır. Mamografiyi rapor edecek olan radyoloğun meme hastalıkları konusundaki deneyimi çok önemlidir.
Mamografi düşük doz X-ışını kullanarak görüntü elde edilebilen bir yöntemdir. Kabaca memenin röntgen filminin çekilmesi olarak tanımlanabilir.
Hekim tarafından fizik muayene yapıldıktan sonra teşhis için bazı ek tetkikler gerekebilir. Meme için yapılan ek tetkiklerin başında mamografi gelmektedir. Tüm görüntüleme ve tanı yöntemleri içinde meme kanserini en erken saptayabilen yöntem mamografidir.
Mamografi tetkikinde amaç, meme kanserinin mümkün olduğunca erken evrede saptanabilmesidir. Günümüzde bilinen standart mamografi yönteminin yanı sıra dijital mamografi teknolojileri de kullanılmaktadır.
Memenin 2 tabaka arasında sıkıştırılması ile çekilen mamografi, kadınlar arasında çok ağrılı bir yöntem olarak bilinir. Alanında yetkin ve tecrübeli bir radyoloji teknisyeni tarafından çekilen mamografinin, hiçbir zaman dayanılmayacak kadar ağrılı olmaması gerekir. Mamografiyi çeken teknisyenin bilgili ve tecrübeli olması, çekilen mamografinin kalitesi açısından da büyük önem taşır.
Meme Ultrasonografisi
Dünyada meme cerrahları tarafından da yaygın bir şekilde kullanılan ultrasonografi, bir tarama aracı olmayıp, acısız ve ağrısız bir yardımcı muayene yöntemidir. Ayrıca memede tespit edilen lezyonlara yapılacak hemen hemen her girişimin ultrasonografi eşliğinde yapılması önerilmektedir. Ancak, mamografiye alternatif olabilecek bir yöntem değildir.
Ultrasonografi, ses dalgalarının farklı yansıması ile elde edilen görüntüleme yöntemidir. Elde tutulan küçük bir aygıt memenin üzerinde hafifçe gezdirilir. Bu sırada memeye ses dalgaları gönderilir. Yansıyan ses dalgaları bir ekran üzerine aktarılır. Farklı yansımalardan oluşturulan görüntüler ile memenin içindeki oluşumlar değerlendirilir.
Utrasonografide, mamografiden farklı olarak, kesitsel bir görüntüleme yöntemi söz konusudur. İnceleme sırasında dokular birbiri üzerine binmez ve buna bağlı olabilecek tanı hatalarının önüne geçilir. Meme dokusu yoğun olan kadınlarda memenin bir de USG ile incelenmesi önerilir. Bu sayede mamografide meme dokusu tarafından örtülmüş küçük kanser odakları, USG incelemesiyle daha kolay saptanabilir.
-
Radyasyon içermemesi nedeniyle ilk inceleme yöntemi olarak 35 yaşın altındaki tüm kadınlara
-
Radyasyon içermemesi nedeniyle hamile ya da emzirmekte olan kadınlara
-
Memede kızarıklık, şiddetli ağrı gibi enfeksiyon bulguları olanlara
-
Mamografiye ek olarak yoğun meme yapısı olan kadınlara
-
Mamografide veya fizik muayenede şüpheli bulguları olanlara
-
Memesinde kanser saptanmış hastalarda başka ek tümör odaklarını tespit etmede ve koltuk altını ve karşı memeyi değerlendirmede
-
Meme şikayeti olan erkek hastalara (gerekirse mamografi ile birlikte) önerilmektedir.
Ultrasonografi tüm görüntüleme yöntemleri içinde en çok deneyim gerektiren incelemelerden biridir. Özellikle meme görüntülemesinde ultrasonografi; özel deneyimi, tecrübesi ve eğitimi olan hekimler tarafından uygulanmalıdır. Meme görüntülemesinde özel deneyimi olmayan kişiler tarafından uygulandığında bazı bulguların gözden kaçması veya yanlış değerlendirilmesi mümkün olabilmektedir.
Meme Manyetik Rezonans Görüntüleme
Meme MR’da x ışınları yerine radyo dalgaları ve kuvvetli mıknatıslar kullanılır. Bilgisayar aracılığıyla bu dalgalar son derece detaylı bir görüntü haline getirilir. Mamografide saptanan kanserlerin veya mamografide görülen şüpheli alanların değerlendirilmesinde, ayrıca meme kanseri riski yüksek hastaların incelenmesinde kullanılabilir.
İşlem sırasında mevcut lezyonların değerlendirilmesi için gadolinyum adı verilen ve damar yoluyla uygulanan kontrast madde kullanılır.
Mamografiye yardımcı ve pahalı bir yöntemdir. Meme MR incelemesi mutlaka bu konuda uzmanlaşmış bir hekim tarafından yapılmalıdır. Manyetik Rezonansın mamografiye bir üstünlüğü yoktur. Mamografi yerine MR çektirmek doğru bir yaklaşım değildir.
Kimlere, hangi durumlarda MR çekilmesi gereklidir?
-
Silikon protez kullanılarak meme büyütme ameliyatı olmuş kadınlarda kanser taraması amacıyla
-
Kanser şüphesi olan bazı durumlarda biyopsinin yapılıp yapılmaması kararının verilmesinde
-
Meme kanseri saptanmış kadınlarda eğer korucu meme ameliyatı yapılacak ise birden fazla odak olup olmadığının araştırılmasında
-
Genç kadınlarda eğer meme dokusu çok yoğun ise mamografi yeterli bilgi vermiyorsa
-
Memede bir kitle saptanmış ise ve mamografi ve ultrasonografide çok net bulgular yoksa
-
Genetik olarak veya ailesel olarak meme kanseri riski yüksek kadınlarda
-
Koltuk altında bulunan lenf bezlerine kanser hücrelerinin atlayıp atlamadığının araştırılmasında
-
Memede daha önce yapılmış ameliyatlara ait yara dokusunun (skar dokusu) kanser olup olmadığının araştırılmasında
-
Silikon meme protezi kullanılmış kadınlarda silikonun hasarının araştırılmasında
-
Metastaz araştırılmasında kullanılabilir.
Pozitron Emisyon Tomografi (PET)
En yeni ve üzerinde halen araştırmalar yapılarak geliştirilmeye çalışılan kanser teşhis yöntemidir. Bu tetkikte radyoaktif atom bulunduran bir tür şeker kişiye damar yolu ile verilir. Kanser hücreleri diğer hücrelerden daha hızlı çoğalırlar. Aktif hücrelerdir ve verilen şeker içeren radyoaktif maddeyi diğer hücrelerden daha önce ve hızlı tutarlar. Böylece özel bir kamera ile bu hücreler görüntülenebilir. Kanser hastalarının tanı, evreleme ve tedavi sonuçlarının izlenmesinde kullanılan bir yöntemdir. Meme kanserinde ameliyat öncesi evreleme amacıyla, tedaviden sonra da nüks açısından değerlendirme amacıyla kullanılır.
Bu yöntem sayesinde aktif hücrelerin (muhtemel kanser hücrelerinin) yeri tespit edilir. Daha sonra tespit edilen bu hücreler farklı teknikler ile araştırılır, tanı konmaya çalışılır.
Kanserin yayıldığı düşünülüyor ancak nereye yayıldığı bilinmiyor ya da bulunamıyorsa, o durumlarda PET tetkiki yapılabilir.
PET yöntemi hangi durumlarda kullanılır?
-
Vücudun başka bir yerine kanserin sıçrayıp (metastaz) sıçramadığının araştırılmasında
-
Lenf bezlerine kanserin yayılıp yayılmadığının saptanmasında
-
Kemoterapi ve radyoterapi sonrasında tümörün ne durumda olduğunun araştırılmasında
PET, mamografi veya ultrasonografi yerine kullanılmaz, meme kanseri tarama yöntemi değildir.
Diğer tanı yöntemleri ile kanser şüphesi olan bir kitle saptanırsa, bu kitleden örnekler alınarak mikroskobik inceleme ile kesin teşhis yoluna gidilmeye çalışılır. Meme biyopsisi, memenin şüphelenilen bölümünden doku örneği alınıp, bu örneğin mikroskobik yöntemlerle patologlar tarafından incelenmesidir.
Şüpheli bölge için ameliyat yapıp yapmamaya, yapılacak ameliyatın cinsine ve genişliğine karar vermek için biyopsi gereklidir.
İnce İğne Aspirasyon Biyopsisi (İİAB)
Yapılması kolay ve ucuz bir yöntemdir, ancak meme kanserinde tanı için ilk tercih edilen yöntem değildir. İğnenin içine dokunun kendisi değil, dokudan kopan hücreler alınır. Sadece bu hücrelerin (sitolojik) incelenmesine olanak tanır ve örnek alınan hücrelerin sadece iyi veya kötü huylu olduklarını söylenebilir. Eğer inceleme yapan sitopatologlar meme biyopsileri konusunda deneyimli ise İİAB’nin doğruluk oranı artar. Ancak meme kanseri tanısı koymada ve tedavi planlanmasında yeterli bilgi vermediğinden dolayı artık kullanımı önerilmemektedir.
Kalın İğne Biyopsisi
Daha geniş çaplı bir iğne yardımıyla yapılır. Meme cildine lokal anestezi uygulandıktan sonra bu işlem gerçekleştirilir. Fazla miktarda doku örneği alınabildiği için tümör hakkında daha fazla ve kesin bilgi verir. Tanı için ilk kullanılması gereken yöntemdir.
Stereotaktik Biyopsi
Meme dokusu içerisinde ele gelmeyen ancak mamografik olarak tespit edilen bazı lezyonların (sıklıkla mikrokalsifikasyonlar) özel bir tel veya iğne kullanılarak çıkartılması esasına dayanan bir biyopsi yöntemidir.
İnsizyonel Biyopsi
Meme dokusundaki şüpheli kitleden bir parça çıkartılarak yapılan açık cerrahi biyopsidir. Geçmiş dönemde yaygınken günümüzde bazı istisnai durumlar dışında artık terk edilmiştir.
Eksizyonel Biyopsi
Meme dokusu içerisindeki kitlenin hepsinin çıkartıldığı açık cerrahi biyopsi şeklidir. İğne biyopsi tekniklerinin gelişmesi nedeniyle, günümüzde tercih edilen bir biyopsi yöntemi değildir.
Meme kanseri memenin değişik alanlarında gelişebilir. Meme dokusunda, duktus yani süt kanallarında gelişen kanserlere duktal, lobüllerde yani süt bezlerinde gelişen kanserlere lobüler kanser denir.
Meme kanseri nadiren, memedeki kas, yağ dokusu ya da bağ dokusundan da kaynaklanabilir. Bu kanserlere sarkom denir.
Meme dokusundan gelişen kanserler iki tiptir.
-
Non-invaziv ya da in situ (yayılma göstermeyen) grup
-
İnvaziv (yayılma gösteren) grup
Noninvaziv meme kanserleri
Yayılma göstermeyen (in situ) kanserler kendi arasında “duktal karsinoma in situ” ve “lobüler karsinoma in situ” olmak üzere yine iki gruba ayrılır. Özellikle 1980’li yıllardan sonra tarama mamografilerinin ön plana çıkmasıyla, daha çok vakanın teşhis edilebilmesi yayılma göstermeyen (in situ) kanserlerin, tüm meme biyopsileri içindeki görülme sıklığının %1,4’ten %10’lara, tüm meme kanserleri içindeki oranlarının da %5’ten %15’lere yükselmesine neden olmuştur.
Lobüler karsinoma in situ
Süt bezlerinden kaynaklanır.
-
Tümör süt bezinde sınırlıdır ve birden fazla süt bezinde görülebilir.
-
Sıklıkla 40-50 yaş arası saptanmaktadır.
-
Çoğu zaman hiçbir şikayete neden olmazlar.
Her iki memede de 8-10 kat meme kanseri riskini artıran önemli bir bulgudur. Bu tür hastalara izlemin yanı sıra tamoksifen gibi koruyucu bazı ilaçlar verilebilir. Bununla birlikte koruyucu amaçlı olarak her iki meme dokusunun çıkartılması (basit mastektomi) şeklinde cerrahi girişimler de tercih edilebilir. Beraberinde plastik cerrahi yöntemleri ile protez ve benzeri cerrahi rekonstrüktif (yeniden şekillendirme) işlemler yapılarak estetik açıdan yüz güldürücü sonuçlar elde edilebilmektedir.
İn situ duktal kanserler (intraduktal kanser)
Çoğu kez muayenede kendini belli etmez. Belirtisi; mamografide tespit edilen düzensiz ufak boyutlu kireçlenme bulgusu (mikrokalsifikasyon) ve/veya kanlı, şeffaf tek kanaldan meme başı akıntısı şeklindedir. İn situ duktal kanser (İSDK), normal hücrelerden yayılma potansiyeli olan (invaziv) kanser hücrelerine geçiş olarak kabul edilir. Kitle oluşturmadığı için, tel veya radyoaktif maddelerle işaretlenerek çıkarılabilir. Eğer kanser, tek odaklı bir durumda ise etrafında yeterli temiz doku bırakılır. Geri kalan meme dokusuna radyoterapi uygulandığı zaman hastalık, klinik olarak iyi bir seyir gösterir. Eğer memede yaygın olarak bulunuyorsa, tüm meme dokusunun çıkarılması (basit mastektomi) gerekebilir ve bu durumda %100′e varan oranla tam iyileşme görülür. İSDK’de koltukaltı lenf bezlerinin tutulumuna nadir olarak rastlanır. Bu nedenle tüm memenin çıkarılacağı hastaların; daha kötü özellikler gösteren bazı tiplerinde, koltukaltı lenf bezlerinde kanser hücrelerini tutması nedeniyle bekçi lenf bezlerini çıkarmak (sentinel lenf nodu biyopsisi) gerekebilir.
İnvaziv meme kanserleri
Başladığı alandan diğer bölgelere sıçrayan, yayılan yani metastaz yapan meme kanserlerine invazif meme kanserleri denir.
İnvaziv meme kanserinde kanser oluştuğu duktus ya da lobülün içinden, komşu dokuya çıkmıştır. Böyle bir durumda invaziv duktal ya da invaziv lobüler kanser olarak isimlendirilir. Bu tip meme kanserinde, kanser hücreleri lenfatik sistem ve kana karışabilir. Böylece meme kanseri hücreleri, lenf nodlarına ve/veya uzak organlara ulaşabilir (kemik, karaciğer, akciğer ve beyin metastazı).
İnvaziv duktal karsinom
Sütü meme başından dışarı taşıyan meme kanallarını döşeyen hücrelerde gelişen duktal karsinom en sık rastlanan meme kanseri tipidir.
İnvazif lobüler karsinom
Süt üreten bezlerden (lobül) gelişen kanser lobüler karsinom olarak adlandırılır.
Meme başının Paget hastalığı
Meme başının (memenin) Paget hastalığı, meme başı (nipple) ve areola cildini (meme başı çevresindeki koyu kısım) tutan bir kanserdir. Ciltte belirgin bir kitle yapmaz ama egzema (deri alerjisi, dermatit, kızarıklık) benzeri bulguları gösterir.
Meme başının (memenin) Paget hastalığı, genellikle (%80) duktal karsinoma in situ’daki kanser hücrelerinin, süt kanalları boyunca ilerleyerek cilde yayılmasına bağlıdır.
İnflamatuvar (iltihabi) meme kanseri
Nadir görülen, çok agresif bir meme kanseri türüdür. Meme derisinde şişme ve kızarıklık oluşur. Çoğu zaman meme enfeksiyonu (mastit) ile karışır.
Belirtileri:
-
Meme derisinde şişlik
-
Ateş
-
Kızarıklık
-
Portakal kabuğu görüntüsü
-
Meme başında çekilme
-
Hassasiyet ve yanma hissi
Gençlerde Meme Kanseri
Genellikle meme kanseri 50 yaş üzerinde görülse de ülkemizde son zamanlarda 40 yaşın altında da sık görülmeye başlanmıştır. Tipik olarak gençlerde saptanan meme kanseri daha agresif seyredebilmektedir. Ancak tedavi yaklaşımı açısından fark yoktur.
40 yaşın altında memede kitle saptandığında zaman kaybetmeden meme hastalıkları ile ilgilenen bir uzmana başvurulmalı ve gerekli tetkikler yapılmalıdır.
Doğum kontrol hapı kullanıyor olmak görüntüleme tetkiklerinin yapılmasına engel bir durum değildir.
Adet döngüsünün her döneminde ultrasonografi yapılabilir. Ancak mamografi adet dönemi bitimini takiben ilk 2 haftada, MR görüntüleme ise ikinci haftada yapılırsa daha sağlıklı bir değerlendirme yapılmış olur.
40 yaşın altındaki sağlıklı kadınlarda meme kanseri taraması ile ilgili bir öneri yoktur. Tarama 40 yaşından itibaren başlamaktadır.
40 yaş altında meme kanseri saptandığında tedavi yaklaşımında bir farklılık yoktur. Ancak bu yaş grubunda meme kanseri saptanan hastalara mutlaka genetik konsültasyon ve gen analizi yapılmalıdır. Gen mutasyonu saptanması durumunda cerrahi yaklaşım farklı olacaktır.
Genç meme kanseri hastaları çocuk sahibi olmak isteyebilirler. Böyle bir talep olduğunda mutlaka kemoterapi başlamadan önce kadın doğum uzmanları ile konuşulup yumurta ya da embriyo dondurma yöntemleri hakkında bilgi verilmelidir.
Gebelik ve Meme Kanseri
Meme kanseri, anne adaylarında, gebelik süresinde en sık görülen kanserlerden biridir. Hamilelik esnasında, memeler süt vermek için olgunlaşır ve büyür. Bu yüzden memedeki kitlenin fark edilmesi zorlaşır ve bu nedenle kötü huylu olabilecek kitlelerin tanısı gecikebilir. Özellikle gebelik planlayan kadınların gebelik öncesinde meme muayeneleri yaptırmaları, gebelik esnasında memede ele gelen kitle olduğunda meme kanseri ile ilgilenen uzman bir hekime başvurmaları, ailede meme kanseri öyküsü varsa bu konuya özellikle dikkat etmeleri tavsiye edilir.
Hamilelikte yaşanan fiziksel değişikler yüzünden, memede oluşabilecek patolojilerin tanınması ve tedavisi zor bir süreçtir. Meme kanseri gebelikte çok nadir görülse de, tanının gecikmesi, iyileşme sürecini zorlaştırabilir. Son yıllarda gebelik yaşı 30-40’lı yaşları geçtiği için bu yaşlarda gebelikte meme kanseriyle karşılaşma riski de artmaktadır.
Yapılan çalışmalar meme kanseri teşhis edildiği takdirde gebeliğin sonlandırılmasının kanser tedavisinde ek fayda sağlamadığını göstermiştir. Sadece gebelik esnasında metastatik yani vücudun diğer organlarına sıçramış meme kanserinde ilk üç ayda kemoterapi başlanması için gebelik sonlandırılabilir. Gebeliğin ikinci veya üçüncü üç aylık dönemlerinde meme kanseri teşhis edilirse hastanın durumuna uygun kemoterapi ilaçlarıyla tedavi verilebilir veya cerrahi uygulanabilir. Radyoterapi uygulanamayan anne adayına kemoterapiyle başlayan tedavi süreci, doğumun ardından cerrahi ve/veya ışın tedavisiyle devam eder. Gebelik esnasında ikinci ve üçüncü 3 aylık dönemde meme kanseri cerrahisi güvenle yapılabilir.
Meme kanserli anne, tedavinin tamamlanması sonrasında çocuğunu emzirebilir. Meme kanserini yenen anne adayının tedavi sürecinden 2-3 yıl sonra gebe kalmasına izin verilir.
Meme kanseri tedavisi sonrasında çocuk sahibi olmayı planlayan kadınların, tedavi sürecinde doğurganlığını yitirmesi mümkündür. Bu nedenle tedavi sürecinden önce yumurta ya da embriyo saklanması tercih edilebilir. Kanser tedavisinden sonra anne adayları tüp bebek yöntemiyle de çocuk sahibi olabilirler.
Hemoroid (Hemoroidal Hastalık) | Genel Bilgi
Halk arasında basur olarak da bilinen hemoroidler (ya da hemoroidal yastıkçıklar) bir hastalık olmayıp vücudumuzda bulunan ve gaz-gaita tutulması, büyük abdest sızıntısının önlenmesi gibi önemli fonksiyonları olan içerisinde damarsal ağlar barındıran normal anatomik yapılardır. Hayat konforu üzerine direk etkili bu görevleri nedeniyle tedavisi hassasiyetle ele alınmalı hele hele ameliyatla bu yapıların çıkarılması yönünde karar verirken çok daha dikkatli olunmalıdır.
Bazen bu anatomik yapıdan kaynaklanan ıkınma ile dışarı çıkma-sarkma, damarlarda oluşan tahribat ve yırtılmaya bağlı olarak kanama gibi şikayetler oluşabilmekte ve mevcut durum hemoroid değil “Hemoroidal Hastalık” olarak isimlendirilmektedir.
Hemoroidler anüste bulundukları yerlere göre iç ve dış olarak ikiye ayrılırlar. Anüs dışında bulunan hemoroidal yastıkçıklardan kaynaklanan hemoroidal hastalıkta en belirgin şikayet hastanın eline gelen, oturmakta-haraket etmekte güçlük çekmesine neden olan ağrılı şişliklerdir. Bu durum sıklıkla hemoroidal pakenin içerisindeki kanın pıhtılaşması nedeniyle oluşur ve “Tromboze hemoroidal hastalık” olarak isimlendirilir. İç hemoroidal hastalık da ise makatın iç bölümünde bulunan hemoroidal yastıkçıklardan kaynaklanır. Hastalarda en sık dışkılama sırasında ortaya çıkan ağrısız, parlak kırmızı renkli taze kanama, makatta “meme oluşumu” olarak ifade edilen, hastanın kendisinin tuvalet esnasında iterek içeriye soktuğu çıkıntıların oluşumu şikayetleri görülür. Bu aşamada gerekli önlemler alınmaz ise hastalığın ilerleyen dönemlerinde makattan sarkan pake hasta tarafından içeri itilemez ve buna bağlı olarak büyük abdest sızıntısı – makatta kaşıntı – hijyen sorunları da şikayetlere eklenir.
Tedavi hastalığın evresine göre gerçekleştirilir. Diyet uygulamaları, kabızlığı engelleyen yaklaşımlar ve ilaçla tedavi, ilk evrelerde tamamen hastalığı ortadan kaldırabilme özelliğine sahiptir. İleri evrelerde ve hatta gereklilik halinde yapılacak bir ameliyattan sonrada bu uygulamalara mutlaka devam edilmelidir.
Anal bölgenin son derece hassas ve ağrıya duyarlı bir bölge olması nedeniyle hemoroidal hastalığın tedavisi, son derece dikkatle ele alınmalıdır. Ameliyatla gerçekleştirilebilecek yanlış bir uygulamanın, ardından başkaca ameliyatların uygulanmasını gerektirecek ve kişinin ömür boyu müzdarip olmasına sebep olabilecek bir dizi soruna neden olabileceği unutulmamalıdır.
Hemoroid (Hemoroidal Hastalık) Nedir?
Mide bağırsak sistemimiz (Gastrointestinal sistem) ağızdan başlayarak anüse kadar uzanım gösteren gıdaların alınması, öğütülmesi ve sindirilmesi gibi hayati fonksiyonları bulunan organlar bütünüdür. Anüs, sindirim sisteminin son bölümünü oluşturmaktadır. Gerek anatomik yapısı gerekse de dışkılama sırasındaki kasılma gevşeme gibi kompleks özellikleri nedeni ile anüs, günlük hayatımızdaki konforumuz üzerinde son derece önemli etkilere sahiptir.
Hemoroidler, bu sistem içerisinde anüs olarak tariflenen alanda yerleşmiş, tüm canlılarda bulunan doğal anatomik yapılardır. Büyük abdest ve gazın tutulması gibi tıpta “kontinens” olarak tariflenen bu mekanizmanın oluşmasında da çok değerli katkıları bulunmaktadır. Bu görevleri nedeniyle musluğun contası gibi düşünülebilirler. Hemoroid, normal anatomik bir yapının adıdır, yani bir hastalık değildir. Yeni doğan bir bebekte, ileri yaşlı bir bireyde de normal şekilde bulunmaktadır. Genel cerrahi pratiğinde kanama, sarkma veya pıhtı oluşumu gibi bir hastalıklı durum olduğunda mevcut tablo “hemoroidal hastalık” olarak ifade edilmektedir. Yapıları itibariyle venöz (toplar damar) kan damarları topluluğu olarak da tanımlanabilirler. Damarsal yapılardan oluşmuş olmaları bu yapı ile ilgili yaşanılan sorunlarda hastanın kanama yakınmasının olmasının da mantığını ortaya koymaktadır. Sunumun ilerleyen bölümlerinde anlatılacağı üzere bu damarsal yapılar içerisinde kan göllenmesine bağlı tromboz (pıhtı) oluşumu da yine aynı mantık içerisinde oluşmaktadır.
Ağızdan anüse kadar tüm mide bağırsak sistemi “mukoza” adı verilen, ıslak-nemli bir tabaka ile örtülüdür. Bu tabaka sindirilen gıdaların emilmesini sağlamakta ve aynı zamanda gıdaların ilerletilmesini sağlayan kas tabakasının da üzerini örtmektedir. Mukozal bariyer hemoroidlerin üzerinde de ince bir tabaka halinde bulunmaktadır.
Normal dışkılama mekaniğinde ıkınmakla birlikte anal kanaldaki tüm yapılar, belirli oranlarda aşağıya doğru uzanım-sarkma göstermektedir. Bu hastalığın olmadığı sağlıklı bir bireyde normal olarak kabul edilir. Bu sarkma sırasında hemoroidler de içeriden dışarıya doğru kısmi yer değişikliği göstermektedirler. Hemoroidal hastalık durumunda ise bu sarkma yakınması daha belirgin hale gelmektedir.
İç Hemoroid Nedir?
Anüs, sindirim sisteminin son bölümünü oluşturmaktadır. Gerek anatomik yapısı gerekse de dışkılama sırasındaki kasılma gevşeme gibi kompleks özellikleri nedeni ile anüs, günlük hayatımızdaki konforumuz üzerinde son derece önemli etkilere sahiptir. Hemoroidler, anüs olarak isimlendirdiğimiz bu yapı içerisinde bulunan damarsal oluşumlardır. Makatın tam kapanması ve bu sayede gaz ve gaita (dışkı) kaçırılmasının engellenmesi gibi çok önemli görevleri bulunmaktadır.
Hemoroidler iç ve dış hemoroidler olarak ikiye ayrılmaktadır. Günlük pratikte makattan sarkması, elle içeriye itilmesi ve kanama gibi yakınmalarının olması nedeniyle iç hemoroidler ile daha sık karşılaşılmaktadır.
İç hemoroidler anüsün hemen içerisinde yer alırlar ve dışarıdan bakı ile görülmezler. Ancak hastalanmaları durumunda sarkma meydana gelir ve bu iç hemoroidler dışarıdan görülebilir hale gelirler.
Genel görüntüsü, birbirine sarılmış ince damarsal yapılar şeklinde olan iç hemoroidler normal bir bireyde sırt üstü yatar pozisyonda saat 3-7-11 hizalarında tomurcuk şeklinde yerleşik bir şekilde bulunurlar. Bu tomurcuk şeklinde bulunan kan damarları, toplar kan damarı özelliklerine sahiptirler. Kabızlık, aşırı ishal, posadan zayıf besinler ile beslenme, mayalı içkilerin sıkça tüketilmesi gibi durumlarda bu damarsal yapılarda şişme (ödem) ve gerginlik meydan gelebilmektedir. Mevcut durumun düzelmesi ile bu ödem herhangi bir tedaviye ihtiyaç duyulmaksızın kendiliğinden gerilemekte ve sorun çözülmektedir. Bazen de bu durum kronik (uzun süreli) bir seyir göstermekte ve hemoroidal hastalık belirtileri olarak da ifade ettiğimiz bu hemoroidler de sarkma ve kanama gibi şikayetler ortaya çıkabilmektedir.
İç hemoroidlerdeki hastalığın ilk belirtisi kanamadır. Genellikle büyük abdest ile birlikte ya da büyük abdestin hemen sonrasında makattan damla damla şeklinde kanama meydana gelmektedir. Kanama iç hemoroidlerdeki hastalığın erken dönemdeki ilk belirtisi olarak görülmektedir. İç hemoroidlerin makatın dışarısından görülebilir (sarkmaya bağlı) hale gelmesi hastalığın ilerlediği anlamına gelmektedir.
Dış Hemoroid Nedir?
Anüs, sindirim sisteminin son bölümünü oluşturmaktadır. Gerek anatomik yapısı gerekse de dışkılama sırasındaki kasılma gevşeme gibi kompleks özellikleri nedeni ile anüs, günlük hayatımızdaki konforumuz üzerinde son derece önemli etkilere sahiptir. Hemoroidler, anüs olarak isimlendirdiğimiz bu yapı içerisinde bulunan damarsal oluşumlardır. Makatın tam kapanması ve bu sayede gaz ve gaita (dışkı) kaçırılmasının engellenmesi gibi çok önemli görevleri bulunmaktadır.
Hemoroidler iç ve dış hemoroidler olarak ikiye ayrılmaktadır. Günlük pratikte makattan sarkması, elle içeriye itilmesi ve kanama gibi yakınmalarının olması nedeniyle iç hemoroidler ile daha sık karşılaşılmaktadır. Bazı durumlarda ise içeriden dışarıya doğru olmayıp makata yakın cilt üzerinde ortaya çıkan ani başlangıçlı bu şişlikler olabilmekte ve bu şişlikler “dış hemoroid” adını verdiğimiz anatomik yapılardan kaynaklanmaktadır.
Makatın hemen dış bölümünde kritik bir alan bulunmaktadır. Tıpda “Anoderm” olarak ifade edilen bu bölge ter ve kıl bezleri barındırmayan son derece hassas bir alandır. Dış hemoroidler normal cilt altı lokalizasyonunda tamda bu alanında yerleşik olarak bulunmaktadırlar. Normal bir durumda dışarıdan bakı ile görülmezler.
Genellikle aşırı ıkınma, uzun süren ishal, çok uzun süre oturarak çalışma ve bazen de ağır egzersiz (ağırlık kaldırma şeklinde yapılan) sonrasında makatta anoderm adı verilen bu hassas alanda ani başlayan şişlik şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu durum tıpda “peri anal hematom” ya da “Akut tromboze eksternal hemoroid” olarak ifade edilmektedir. Günlük pratikte sıkça karşılaşılan iç hemoroidlere bağlı olarak görülen kanama ve sarkma gibi yakınmalardan ziyade bu hastalıkta şişlik ve bu şişliğe bağlı ağrı yakınması daha ön planda olmaktadır.
Doğal sürecine bırakıldığında yaklaşık 1-3 hafta gibi bir süre içerisinde bu hematom (kan pıhtısı) öncelikle yumuşamakta, sonrasında ise geride bir cilt katlantısı bırakarak ortadan kaybolmaktadır. Başlangıç döneminde basitçe yapılacak bir cerrahi müdahale ile ortadan kaldırılması sağlanabilirse ilerleyen dönemlerde hastalık nüksü de (en azından bu alanda) ortadan kalkmaktadır.
Hemoroid (Hemoroidal Hastalık) Belirtileri Nelerdir?
Hemoroidal hastalıkda 3 önemli belirti bulunmaktadır. Bunlar kanama, sarkma (şişlik) ve ağrıdır. Bu üç belirti şikayetlerin iç ya da dış hemoroidler kaynaklı olmasıyla ve hastalığın o anki evresiyle direk ilişkilidir.
Kanama: Tuvaletten sonra damlama şeklinde olan bazen yırtılmış olan hemoroid pakesinin (memesinin) büyüklüğüne bağlı olarak fışkırma tarzında da olabilen bir kanamadır. Genellikle iç hemoroidler de sert bir dışkının travmasına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Damarsal yapılardan oluşmuş olan hemoroidlerin hastalanması durumunda ilk belirtisi kanamadır. İç hemoroidlerin derecelendirilmesini sağlayan ve 1’den 4’e kadar yapılan evrelendirme de tüm evrelerde kanama görülmektedir. Kanama yakınması özellikle kan sulandırıcı kullanan hastalarda çok daha belirgin ve uzun süreli olabilmektedir.
Sarkma: İç hemoroidlerin makattan dışarı sarkmasıyla oluşan bir yakınmadır. Normal dışkılama içerisinde ıkınmakla olandan çok daha fazla miktarda sarkma durumu söz konusudur. Sarkmanın derecesi evrelendirmeyi de sağlamaktadır. Örneğin kendiliğinden içeri giden bir hemoroid evre 2 olarak isimlendirilirken, hastanın ancak eliye itebildiğini ifade ettiği hemoroid evre 3 elle bile itilemeyen ve hep dışarıda duran hemoroid ise evre 4 hemoroidal hastalık olarak isimlendirilmektedir. Sarkmaya bağlı makatta kuruluk, tahriş ve akıntı devam eden belirtiler olmaktadır.
Ağrı: Hemoroidal hastalıkta eğer tromboze bir dış hemoroid varsa veya iç hemoroidler kaynaklı bir tromboz yani pıhtı oluşumu söz konusu ise ağrı da oluşmakta eğer bu durumlar yok ise ağrı sık görülen bir belirti olmamaktadır. Anal bölgede özellikle dışkılama sonrasında ortaya çıkan ve saatlerce devam eden ağrı, genellikle akut anal fissüre (makat çatlağı) bağlı olarak görülmektedir. Bu hastalıkta makatın hemen dışında ciltte bir katlantı da oluştuğu için bu durum hastalarımız tarafından meme oluşumu olarak hissedilerek hemoroidal hastalık ile karışmaktadır.
Kaşıntı: Hemoroidal hastalıkta sık görülen bir diğer belirtidir. Dışarı sarkan pakeye (memeye) bağlı olarak anal kanal içerisinden akıntı olmakta ve bu durumda kaşıntıya neden olmaktadır.
Hemoroid (Hemoroidal Hastalık) Tanı Nasıl Konur?
Hemoroidal hastalıkta fizik muayene tanı konması için genellikle yeterlidir. Kanama, sarkma ağrı ve kaşıntı gibi yakınmaları olan hastaların yapılacak muayenelerinde hastalığın tanısı konulabilmekte bundan sonraki aşamada bu hastalıkla karışabilecek diğer hastalıkları ekarte etmek için bir dizi inceleme yapılmaktadır.
Makattan sarkma ya da hastalarımızın ifadesiyle meme oluşumu dışarıdan rahatlıkla görülebilecek bir durumdur. Bu muayene esnasında kullanılacak anaskop adı verilen bir cihaz ile iç hemoroidlerin durumu net bir şekilde görülerek değerlendirilebilir. Aynı zamanda bu cihazlarla müdahale etme imkanı da söz konusudur. Genellikle uzun süre tedavisiz bırakılmış olan hastalarda sarkma ilerler ve iç ve dış hemoroidler birlikte (kombine) bir sarkma pozisyonu gösterirler. Bu hastalarda da dikkatli bir inceleme ile mevcut durumun bir makat sarkması (prolapsus ani) olup olmadığı da gerekirse hastanın muayene sırasında ıkındırılması ile dikkatlice konulmalıdır.
Hastanın muayene esnasında ıkındırılması eğer bu sağlanamıyorsa verilecek küçük bir lavman uygulama sonrasında dışkılamanın hemen akabinde inceleme yapılması hastalığın objektif bir biçimde değerlendirilebilmesi için önem taşımaktadır. Bu şekilde sarkan pakeler, pakelerin üzerinden olan kanamalar net bir şekilde değerlendirilebilmektedir. Unutulmamalıdır ki doğru bir evreleme yapılması hastalığın doğru bir şekilde tedavi edilebilmesi için kritik önem taşımaktadır.
Hastanın tanısı konduktan hemen sonra, ayırıcı tanıda şikayetleri arasında büyük abdest ile birlikte kanama yakınmalarının görüldüğü kolon ve rektum kanserlerinin olmadığının gösterilmesi gerekmektedir. Bu amaçla hemoroidal hastalık nedeniyle tedavi edilecek olan tüm hastalar kolonoskopik olarak değerlendirilerek eşlik eden olası bir kanser durumunun varlığı ekarte edilmelidir.
Hemoroid (Hemoroidal Hastalık) Tedavi Yöntemleri
Hemoroidler hepimizin vücudunda bulunan gaz ve büyük abdesttin tutulması konusunda önemli görevleri bulunan normal anatomik yapılardır. Uzun süren kabızlık, ishal, lifden fakir beslenme kötü tuvalet alışkanlıkları gibi durumlarda hemoroidlerde kanama ve sarkma (meme oluşumu) meydana gelir yani hemoroidal hastalık ortaya çıkar.
Hemoroidal hastalığın öncelikli tedavisi diyet düzenlemeleri, tuvalet alışkanlıklarının düzeltilmesi ve medikal tedavidir.
Medikal tedavide kullanılabilecek birçok ilaç bulunmaktadır. Bu ilaçlar arasında toplar damar kan dolaşımını artırıcı ve damar duvarında kalınlaşma sağlayan ilaçlar hastanın semptomlarının azaltılmasında etkin bir biçimde kullanılabilir.
Tüm bu uygulamalar kombine bir şekilde yapıldığında önemli oranda hasta cerrahi tedaviye ihtiyaç olmaksızın iyileşmektedir. Ancak bu uygulamalara rağmen sebat eden hastalıkta cerrahi tedavi gündeme gelmektedir.
Hemoroid (Hemoroidal Hastalık) Cerrahi Tedavisinde Uygulanan Güncel Yöntemler
Klasik Hemoroidektomi
-
Uzun süre önce tarif edilmiş olmasına rağmen halen popülerliğini koruyan bir tedavi yöntemidir. En önemli avantajı en düşük nüks (hastalığın yinelemesi) oranına sahip olmasıdır. Sıklıkla sarkma yakınması daha ön planda hastalarda kullanılan bir tekniktir. Bu yöntemde cerrahi aletler kullanılarak tüm hastalıklı pakenin çıkartılması durumu söz konusudur. Günümüzde bu yöntem uygulanırken enerji aletleri kullanılmakta ve böylece ameliyat sonrası ağrı en aza indirilmeye çalışılmaktadır.
Band Ligasyonu (Boğma Yöntemi)
-
Hastalıklı hemoroid memesi, ucunda lastik band bulunan tabanca şeklindeki bir aspiratörün içerisine vakumlanarak alınmakta sonrasında tabanca ateşlenerek band ile hemoroid pakesinin boğulması sağlanmaktadır. Bu band yaklaşık 3 hafta içerisinde boğmuş olduğu hemoroid pakesinin erimesiyle birlikte dışkı yoluyla atılmaktadır. Tecrübeli ellerde anestezi ihtiyacı olmaksızın pratik bir şekilde uygulanabilen, uygun alana yerleştirilmesi durumunda işlem sonrası ağrı olmayan konforlu bir tedavi yöntemidir.
Lazer Hemoroidopeksi
-
Sarkma şikayetlerinin belirgin olmadığı daha ziyade kanama yakınmalarının ön planda olduğu hastalarda kullanılmaktadır. Lazer cihazı ile hastalıklı pakenin (memenin) içerisine girilerek ateşleme yapılmakta ve hemoroid pakesinin sönmesi sağlanmaktadır. Makat ve cildin birleşim yerinde herhangi bir yaralanma olmaması nedeniyle ameliyat sonrası ağrı yok denecek kadar az olmaktadır. Hastalığın evresinin uygun olduğu hastalarda tecrübeli ellerde yüz güldürücü sonuçlar vermektedir.
Doppler Kılavuzluğunda Hemoroidal Arter Ligasyonu (DG-HAL)
-
Ucunda doppler cihazı (atar damar akımını bulmaya yarayan ultrasonografik alet) bulunan bir anaskop ile hemoroid damarı bulunmakta ve bulunan damar aynı cihaz içerisinden bağlanarak hemoroidin sönmesi sağlanmaktadır. Aynı zamanda sarkmış olan pakelerin yukarıya asılmasına da imkan veren bir uygulamadır. Aynı lazer uygulamasında olduğu gibi uygun hasta grubunda kullanıldığında bu ameliyat yöntemi sonrasında da ağrı yok denecek kadar az olmaktadır.
HeLP (Hemoroid Lazer Prosedürü) Yöntemi
-
Doppler ve Lazer yöntemlerinin birlikte kullanıldığı hibrid bir uygulamadır. Burada hemoroidin damarı bulunduğunda damarın bağlanması işlemi lzer ile gerçekleştirilmektedir. Uygulamadan sonra sarkma için ekstra işlem (peksi) yapmak da mümkündür. Makat çevresindeki ciltte hasar oluşturmaması, anestezi ve ameliyathane ihtiyacı olmaksızın yapılabilmesi dolayısıyla iş gücü kaybına neden olmaması en önemli avantajlarındandır.
Anal Fissür (Makat Çatlağı) Genel Bilgi
Anal fissür kelime anlamı olarak makat çatlağı anlamına gelmektedir. Makat bölgesi, duyusal sinir uçlarından zengin olması nedeniyle çok hassas bir bölgedir. Bu nedenle burada oluşacak bir çatlak son derece hassas ve ağrılı olma özelliğine sahip olup hastanın tüm konforunu ve yaşam kalitesini bozabilmektedir. Hastalar, “makatta zonklayıcı- çok şiddetli” olarak tarif ettikleri ağrıdan, kanamadan ve kaşıntıdan şikayetçidirler. Bazen ele küçük bir şişlik gelmesi de mevcut şikayetlere eklenebilir.
Hastalık, genellikle uzun süren bir kabızlık dönemi sonrası ya da ishal sonrası yani makat bölgesinin normal çalışma şekli dışında aşırı ve zorlayıcı bir biçimde çalışmasıyla ortaya çıkmaktadır. Bu esnada makat ile cilt arasındaki sınır bölgesinde bir yırtık oluşmakta ve genellikle bu durum her büyük abdest yapımı sonrasında en az birkaç saat süren zonklayıcı ağrılara neden olmaktadır. Bu durum iç makat kasındaki aşırı kasılma (spazm) nedeniyle olmaktadır.
Hastalığın tanısı, hastalığın öyküsünü dinlemek ve muayene ile konulur. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli konu bu bölgede oluşabilecek diğer hastalıklar ile karıştırılmamasıdır.
Tedavi, bu bölgenin tüm hastalıklarında olduğu gibi kabızlığın düzeltilmesi ile başlar. Kabızlığın düzeltilmesi, sıvı ve lif alımının artırılması ile kişinin günde 1 kez yumuşak kıvamda büyük abdest yapmasının sağlanması hedeflenir. Sadece büyük abdest yumuşatıcılar verilerek hastanın ishal haline getirilmesi mevcut şikayetlerin daha da artması anlamına geleceğinden dikkatli olunmalıdır.
Tedavide hedef iç makat kasındaki spazmın ortadan kaldırılmasıdır. Bunun için öncelikle sıcak uygulamalar (duş başlığı ile makata sıcak su uygulaması) ve özel pomatlar kullanılır. Bu uygulamalar ile şikayetlerde kısmen düzelme veya gerileme durumunda ulması yapılabilir. Anal fissür tedavisinde ameliyat en son tercih olarak düşünülmelidir. Ameliyat kararı veya uygulanacak ameliyatın tipi bu alanda tecrübeli cerrahlar tarafından kararlaştırılmalıdır.
Anal Fissür (Makat Çatlağı) Nedir?
Makat bölgesinde genellikle kabızlık sonrasında meydan gelen, hassas makat cildinde oluşmuş yırtıklara makat çatlağı ismi verilmektedir.
Anal Fissür (Makat Çatlağı) Belirtileri
Anal fissürün en önemli belirtisi özellikle dışkılama esnasında oluşan ve sonrasında da bir müddet devam eden şiddetli makat ağrısıdır. Bu ağrı hastalımız tarafından genellikle “cam kırıklarını dışkılarmışcasına” şeklinde ifade edilmektedir. Bu ağrının endişesiyle kabızlık meydana gelmekte ve “ağrı-kabızlık-spazm” şeklinde bir kısır döngü oluşmaktadır.
Anal Fissür (Makat Çatlağı) Tanısı Nasıl Konulur?
Anal fissür tanısı direk bakı ile kolaylıkla konulabilir. Anal bölgenin hemen giriminde lineer bir yırtık tarzında görünümün olması hastanın tanısının konması için yeterlidir.
Bu konuda yapılan en sık hatalardan biri hastaların parmak ile muayene edilmeye çalışılmasıdır. Konu ile spesifik ilgilenen bir hekim (Kolorektal Cerrah, Proktoloji Uzmanı) bu hastalara asla parmakla muayene yapılmayacağını da bilir.
Anal Fissür (Makat Çatlağı) Nasıl Tedavi Edilir?
Anal fissür hastalığının tedavisinin temelini bu hastalığa sebep olan makat kasının aşırı kasılmasının (spazmın) gevşetilmesi oluşturur. Anal bölgenin iç tarafında bulunan ve adına “İnternal Anal Sfinkter” denilen bu kasta oluşan spazmın giderilmesi ile hastalık düzelir.
Bu spazmın giderilmesi için öncelikle diyet değişiklikleri ve sıcak su uygulamaları, gevşetici krem tedavileri, kas gevşetici enjeksiyon işlemi yapılabilir. Cerrahi, kronik vakalar dışında en son alternatif olarak düşünülmelidir.
Anal Kas Gevşetici Enjeksiyon işlemi nedir?, Nasıl Yapılır?
Hastaların ameliyatsız tedavi edilmesi noktasında baş vurulacak en önemli basamak, kas gevşetici enjeksiyon uygulamalarıdır. Herhangi bir anaestezi uygulaması gerekmeden yapılabilecek olan bu uygulama sonrasında hastaların şikayetlerinde 5-7 gün içerisinde ciddi gerileme olabilmekte ve işgücü kaybı ortadan kalkmaktadır.
İşlemin uygulanması konusunda tecrübe büyük önem taşır. Gerek uygun dozun belirlenmesi gerekse de uygulama alanının doğru planlaması işlemin başarısına direk etki etmektedir.
Anal Fissür (Makat Çatlağı) Ameliyatı Nasıl Yapılır?
Medikal tedavi, diyet değişiklikleri ve anal kas gevşetici enjeksiyon uygulamalarından fayda görmeyen hastalar için ameliyat söz konusu olur.
Ameliyat yine bu alanda aşırı kasılmanın (spazmın) olduğu iç kasın gevşetilmesine yönelik olmaktadır. Tecrübeli ellerde, kısa süre içerisinde ve güvenle gerçekleştirilecek bir ameliyat sonrası hastaların şikayetleri hızla gerilemektedir.
Anorektal Hastalıklar (Hemoroid, Anal Fissür, Fistül)
Kasık Fıtığı
Kasık fıtığı; bağırsağın bir kısmı, karın kaslarındaki zayıf bir noktadan dışarı çıktığında ortaya çıkar.
Ortaya çıkan şişkinlik, özellikle öksürdüğünüzde, eğildiğinizde veya ağır bir nesneyi kaldırdığınızda ağrılı olabilir.
Kasık fıtığı her zaman tehlikeli değildir. Ancak kendi kendine iyileşmez ve yaşamı tehdit eden komplikasyonlara yol açabilir. Doktorunuz muhtemelen ağrılı veya büyüyen bir kasık fıtığını düzeltmek için ameliyat önerecektir. Kasık fıtığı onarımı yaygın bir cerrahi işlemdir.
Kasık Fıtığı Belirti ve Semptomları Şunları içerir:
-
Kasık her iki yanındaki bölgede, özellikle öksürdüğünüzde veya zorlandığınızda ayakta iken daha belirgin hale gelen bir şişlik, yanma veya ağrı hissi.
-
Özellikle eğilirken, öksürürken veya kaldırırken kasıklarınızda ağrı veya rahatsızlık.
-
Kasıklarınızda ağır veya sürükleyici bir his.
-
Kasıklarınızda güçsüzlük veya baskı.
-
Bazen, şişlik yapan bağırsak skrotuma indiğinde testislerin etrafında ağrı ve şişlik.
Acil Durum Belirtileri
Fıtığı içeri itemezseniz, fıtığın içeriği karın duvarında sıkışabilir. Sıkışan bir fıtık boğulabilir ve bu da sıkışan dokuya giden kan akışını keser. Boğulmuş bir fıtık tedavi edilmezse hayati tehlike oluşturabilir.
Boğulmuş Bir Fıtığın Belirtileri ve Semptomları Şunları İçerir:
-
Mide bulantısı, kusma veya her ikisi.
-
Ateş.
-
Hızla yoğunlaşan ani ağrı.
-
Kırmızı, mor veya koyulaşan bir fıtık çıkıntısı.
-
Bağırsaklarınızı hareket ettirememe veya gaz çıkaramama.
Ne Zaman Bir Doktora Görünmeli?
Bir fıtık çıkıntısı kırmızı, mor veya koyulaşırsa veya boğulmuş bir fıtığın başka herhangi bir belirti veya semptomunu fark ederseniz hemen yardım isteyin.
Kasık kemiğinizin her iki tarafında kasıklarınızda ağrılı veya belirgin bir şişkinlik varsa doktorunuza görünün. Şişlik, ayakta durduğunuzda daha belirgindir ve genellikle elinizi doğrudan etkilenen bölgenin üzerine koyarsanız hissedebilirsiniz.
Nedenleri
Bazı kasık fıtıklarının belirgin bir nedeni yoktur.
Ama şunların bir sonucu olarak da ortaya çıkabilir:
-
Karın içinde artan basınç.
-
Karın duvarında önceden var olan zayıf nokta.
-
Bağırsak hareketleri veya idrara çıkma sırasında zorlanma.
-
Yorucu etkinlik.
-
Gebelik.
-
Kronik öksürme veya hapşırma.
Pek çok insanda kasık fıtığına yol açan karın duvarı zayıflığı, karın zarının (periton) düzgün kapanmadığı doğumda ortaya çıkar. Diğer kasık fıtıkları, yaşlanma, yorucu fiziksel aktivite veya sigaraya eşlik eden öksürük nedeniyle kaslar zayıfladığında veya bozulduğunda yaşamın ilerleyen dönemlerinde gelişir.
Yaşamın ilerleyen dönemlerinde, özellikle bir yaralanma veya karın ameliyatı sonrasında karın duvarında da zayıflıklar ortaya çıkabilir.
Erkeklerde zayıf nokta genellikle spermatik kordun skrotuma girdiği kasık kanalında oluşur. Kadınlarda kasık kanalı, uterusu yerinde tutmaya yardımcı olan bir bağ taşır ve bazen rahimdeki bağ dokusunun kasık kemiğini çevreleyen dokuya bağlandığı yerlerde fıtıklar meydana gelir.
Kasık Fıtığı Gelişmesine Katkıda Bulunan Faktörler Şunları İçerir:
-
Erkek Olmak: Erkeklerin kasık fıtığı geliştirme olasılığı kadınlardan sekiz kat daha fazladır.
-
Yaşlanmak: Yaşlandıkça kaslar zayıflar.
-
Aile Öyküsü: Durumu olan bir ebeveyn veya kardeş gibi yakın bir akrabanız var.
-
Kronik Öksürük: Sigara içmek gibi kronik öksürük.
-
Kronik kabızlık: Kabızlık bağırsak hareketleri sırasında zorlanmaya neden olur.
-
Gebelik: Hamile kalmak karın kaslarını zayıflatabilir ve karnınızın içinde artan basınca neden olabilir.
-
Erken Doğum: Erken doğum ve düşük doğum ağırlığı.
-
Önceki kasık fıtığı veya fıtık Onarımı: Önceki fıtıklarınız çocuklukta ortaya çıkmış olsa bile, başka bir kasık fıtığı geliştirme riskiniz daha yüksektir.
Kasık Fıtığı Komplikasyonları Şunları İçerir:
-
Çevre Dokulara Baskı: Kasık fıtıklarının çoğu cerrahi olarak tamir edilmezse zamanla büyür. Erkeklerde büyük fıtıklar, skrotuma uzanarak ağrıya ve şişmeye neden olabilir.
-
Hapsedilmiş Fıtık: Fıtık içeriği karın duvarındaki zayıf noktaya sıkışırsa, bağırsakları tıkayarak şiddetli ağrıya, mide bulantısına, kusmaya ve bağırsak hareketine veya gaz geçişine sahip olamamaya neden olabilir.
-
Boğulma: Sıkışmış bir fıtık, bağırsağınızın bir kısmına kan akışını kesebilir. Boğulma, etkilenen bağırsak dokusunun ölümüne yol açabilir. Boğulmuş bir fıtık yaşamı tehdit eder ve acil ameliyat gerektirir.
Önleme
Sizi kasık fıtığına yatkın hale getiren doğumsal kusuru önleyemezsiniz. Bununla birlikte, karın kaslarınız ve dokularınız üzerindeki baskıyı azaltabilirsiniz.
Örneğin:
-
Sağlıklı Kilonuzu Koruyun: Sizin için en iyi egzersiz ve diyet planı hakkında doktorunuzla konuşun.
-
Yüksek Lifli Yiyecekleri Vurgulayın: Meyveler, sebzeler ve tam tahıllar, kabızlığı ve zorlamayı önlemeye yardımcı olabilecek lif içerir.
-
Ağır Nesneleri Dikkatlice Kaldırın veya Ağır Kaldırmaktan Kaçının: Ağır bir şey kaldırmanız gerekiyorsa, her zaman dizlerinizden eğilin - belinizden değil.
-
Sigara İçmeyi Bırakın: Pek çok ciddi hastalıktaki rolünün yanı sıra, sigara sıklıkla kasık fıtığına yol açabilen veya bunu şiddetlendirebilen kronik öksürüğe neden olur.
Teşhis
Kasık fıtığını teşhis etmek için genellikle gerekli olan tek şey fiziksel bir muayenedir. Doktorunuz kasık bölgesinde bir şişkinlik olup olmadığını kontrol edecektir. Ayakta durmak ve öksürmek fıtığı daha belirgin hale getirebileceğinden; muhtemelen ayağa kalkmanız, öksürmeniz veya ıkınmanız istenecektir.
Teşhis için bazen; doktorunuz karın ultrasonu, BT taraması veya MRI gibi bir görüntüleme testi isteyebilir.
Tedavi
Fıtığınız küçükse ve sizi rahatsız etmiyorsa, doktorunuz beklemeyi önerebilir. Bazen destekleyici bir kiriş takmak semptomları hafifletmeye yardımcı olabilir, ancak önce doktorunuza danışın çünkü kirişin uygun şekilde oturması önemlidir.
Büyüyen veya ağrılı fıtıklar genellikle rahatsızlığı gidermek ve ciddi komplikasyonları önlemek için ameliyat gerektirir.
İki genel fıtık ameliyatı türü vardır: Açık Fıtık Onarımı ve Laparoskopik Onarım.
Açık Fıtık Onarımı
Lokal anestezi ve sedasyon veya genel anestezi ile yapılabilecek bu işlemde cerrah kasıkta bir kesi yaparak çıkıntı yapan dokuyu tekrar karnınıza iter. Cerrah daha sonra zayıflamış alanı diker ve genellikle sentetik bir ağ (hernioplasti) ile güçlendirir. Açıklık daha sonra dikişler, zımbalar veya cerrahi tutkalla kapatılır.
Ameliyattan sonra, mümkün olan en kısa sürede hareket etmeye teşvik edileceksiniz, ancak normal aktivitelere devam edebilmeniz için birkaç hafta geçmesi gerekebilir.
Laparoskopik Fıtık Onarımı
Genel anestezi gerektiren bu minimal invaziv prosedürde cerrah, karnınızdaki birkaç küçük kesiden ameliyatı gerçekleştirir. İç organların daha kolay görülmesi için karnınızı şişirmek için gaz kullanılır.
Küçük bir kamera (laparoskop) ile donatılmış küçük bir tüp bir kesiğe yerleştirilir. Cerrah, kamera tarafından yönlendirilerek, sentetik ağ kullanarak fıtığı onarmak için diğer kesilerden küçük aletler sokar.
Laparoskopik onarım yaptıran kişiler, ameliyattan sonra daha az rahatsızlık ve yara izi yaşayabilir ve normal aktivitelere daha hızlı dönebilir. Bununla birlikte, açık cerrahiye göre laparoskopik onarımda fıtık rekürrensi daha fazla olabilir. Laparoskopik işlemde çok deneyimli bir cerrahın olması bu riski azaltabilir.
Laparoskopi, cerrahın daha önce fıtık onarımından kaynaklanan yara dokusundan kaçınmasını sağlar, bu nedenle açık fıtık ameliyatı sonrası fıtıkları tekrarlayan kişiler için iyi bir seçim olabilir. Vücudun her iki tarafında fıtık olan kişiler için de iyi bir seçim olabilir (iki taraflı). Açık ameliyatta olduğu gibi, normal aktivite seviyenize dönmeniz birkaç hafta sürebilir.